Bir sanatçı olarak, sanat hayatındaki prensipleriniz nelerdir, önce bunu öğrenmek isterdik?
Efendim, zaten şahsi hayatım ile sanat hayatım birbirinden kopuk değildir. Mesela nasıl ki, Cenab-ı Hak Hadis-i Kudsi’de bildiriyor; “ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi ve sevilmeyi murad ettim ve alemleri yarattım…” Burada Cenab-ı Hakkın bilinmeyi murad etmesi var. İşte aynen insanlarda da vasatlıktan aktif bir seviyeye çıkabilme arzusu ve isteği vardır… Mesela ses güzelliği ve ahengi olan kişiler dinlenilmeyi murad ederler… Ve neticede herkes tarafından sevilmeyi murad ederler. Fakat, bu sadece toplumda sivrilebilme hadisesiyle kayıtlı olursa, şehevi seviyede kalır ve esas hikmetine ulaşamaz… Yani şu bilinmeli ki, insanlar içindeki sanatkarlar, en büyük sanatkar olan Cenab-ı Hakkın esmasının yeryüzündeki ancak birer gölgeleridir… Gölgede esas varlığa ayine olmak hikmeti vardır…
Yani, Cenab-ı Hakkın sanatına ayna olup, O’nun yolunda hizmet edebilme gayesi mi yatıyor?
Zaten sanatkar, O en büyük ustadan gelen sadaları, çizgileri, düşünceleri doğru yorumlayabildiğinde kendi gönül ayinesini parlatabilir. Yani işin idealitesi, bir sanatçı Cenab-ı Hakkın yolunda ne kadar hizmet üretebiliyorsa, yaratılış hikmeti içerisindeki görevinin şuurunda demektir. Aksi takdirde alkışlara itibar edip, cebini para dolduran sanatçı bir gün gelip bunları da kaybettiğinde, hayatına da son vermek ister.
“Sanatın esas gayesini” bilen sanatçıların az olmasının sizce sebebi nedir?
Bir şeyin değeri enderliğindedir… Altının kıymetinin olması dünyada en az çıkan cevherlerden olmasındandır…
Çoğumuzun dinleyici olarak ilgilendiği “musiki” ve “müziği” bir sanatçı olarak anlatır mısınız?
Musiki, Cenab-ı Hakkın mahlukanına hitabı, müzik ise mahlukatın cevabı… Bu öyle bir ahenk, öyle bir zevk deryasını dolduran hitab-ı İlahi’dir ki, musikinin nağmelerinde insanoğlu durmadan debelip durur, o hitabı arayıp, o şevki ve cezbeyi bulmak için. Kısacası müzik, Cenab-ı Hakkın yarattığı insanların gönlüne fevkalade tesir eden ve ruha birtakım aktiviteler getiren, düşünceye, gönle hitap eden enteresan bir unsurdur.
Sizce müzikteki ölçü nedir?
Müzik!… Ama hangi müzik?… Şu bilinmeli ki hangi müzik insanları Allah’a yaklaştırıyorsa o güzeldir… Hangi müzik insanları şehvete yöneltiyorsa çirkindir ve hatalıdır…. Bu ölçü sadece müziğin ölçüsü değil, bir hayat tarzının da ölçüsüdür…
Sanatınızı icra ederken nasıl bir yol takip ediyorsunuz?
Bizler ancak, deryadan bir damla ortaya koyabiliyoruz… Efendim bendeniz, mesela repertuar hazırlarken o repertuarı zamana ve zemine en uygun şekilde ayarlamaya çalışırım. Çünkü her ayın özelliklerini yansıtan bir repertuar mevcuttur. Mesela ben tasavvuf müziği içerisinde daha ziyade Arabi aylara göre repertuar tespit ederim. Mesela, Rebiülevvel ayında, Muharrem ayının özelliklerini yansıtan bir repertuar irfan sahibi bir müzisyen için mümkün değildir. Çünkü, o zamanın hissiyatına uygun değildir. Mesela, Zilhicce ayında, Ramazan ilahileri okunmaz, Hacc ilahileri okunur. Ramazan ayında ise, Ramazan ilahileri okunur. Yani o anda yaşanan zamanın özellikleri ne ise, icraatında o özellikleri hatırlatan, hatta insanlara onu öğreten bir sanat icra etmek uygun olur zannediyorum.
Bir sanatçı olarak hangi kesime hitap ediyorsunuz?
Her kesime… Çünkü hedef kitlem insandır… Karşımdakinin insan olması kafidir… Ayrıca, politik bir “izm”e hizmet eden bir kişi, sadece onu paylaşanlara hitap edebilir… Bizim için Hıristiyan, Yahudi, Putperest, Türk, Kürt sözkonusu değildir… Çünkü hitap ettiğim kişinin kabiliyeti ne ise, benim söylediğimden derecesine göre alacaktır. Kabul eder veya etmez, ama benim muhatabımdır. Çünkü biz Rahmetenlilalemin (Alemlere rahmet) olan bir Zatın ümmetiyiz… Bu sebeple bütün alemi kendimize muhatab kabul etmek gibi bir görev ve sorumluluğumuz var… İşte benim muhatabım insanlardır derken, ben bu söylediklerimi kastediyorum… Ayrıca ümmet-i davet ve icabet vardır. Hıristiyan, Yahudi vs. bunlar davet aşamasındadırlar, nasıl biz icabet etmişiz, inşallah bir gün onlar da bu davete icabet edeceklerdir.
Dinleyicilere vermek istediğiniz çok güzel şeyler… Peki bu arada dinleyicilerden bekledikleriniz neler?
Yunus Emre’nin bir ilahisin okurken, “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir…” deniliyorsa, ben de dinleyiciden gerçek ilmin kendini bilmek olduğunu, kendisini aramasını, bulmasını ve eksikliklerini telafi etmesini isterim… “Server Nebi” dediğim zaman Efendimiz’e dikkat etmesini, Efendimizin neyin Serveri olduğunu bilmesini isterim… Evet O, neyin serveridir?… Güzel ahlakın… Güzel ahlakta ise bölünmüşlük değil, tevhid vardır. Onda paylaşma duygusunun en üst seviyesi vardır. Cesaret, ilim, teknoloji ve her şey ve her şey O’nun güzel ahlakında vardır. Server Nebi’nin güzel ahlaktan ibaret olduğunu bilmelerini isterim dinleyicilerimin…
Şu anda sizin bu anlattıklarınızdan haberdar olan bir topluluk mevcut mu?
Mevcut tabii ki!… Bu anlattıklarımıza icabet etmiş olanlar vardır. Ayrıca bu anlattıklarımızın davetinde onlar da vardır. Ve herkes kendi seviyesi ve şuuruna göre anlattıklarımızın muhatabıdır. Ama aynı seviyede prototip muhataplar bekliyorsanız, bunu hiçbir zaman göremezsiniz…
Kaynak: Zafer Derg., Temmuz 1993, sayı: 199, s. 30-31.