Ana dili ve düşünce (1) – Prof. Dr. Yümni Sezen
Dil ve düşünce diye başlasaydık, klasik ve çokça dile getirilen, felsefenin ve antropolojinin temel konularından biri olurdu. Yine dil ve düşünceyi ele almış olacağız ama hangi dil? Elbette Türkçe. Çünkü cahiller, hainler, karanlığa bürünmüş bazı siyasiler Türk’e ve onun diline sataşıp duruyorlar. Mesela “Bugün konuştuğumuz Türkçe’nin düşünce üretebilmesi mümkün değildir”, diyenler var.
Dilin düşünce ile ilişkisinin en üst düzeyde göstergesi felsefe, din ve sanat- tır. Bakalım: Cumhuriyet döneminde yazılmış felsefe eserleri, 600 yıllık Osmanlı dönemindekilerden çok fazladır diyecektim ama doğruyu söylememiş olurdum. Osmanlı döneminde hemen hemen böyle eser yok gibidir. Cumhuriyet döneminde Batının felsefe eserleri- nin tercümesi, Doğudan yapılan felsefe ve hikemiyat tercümeleri, okullardaki dersleri beslemiş, kütüphaneleri doldur- muştur. Ben rahmetli Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken’in öğrencisiyim. Bize 3 yıl felsefe, mantık ve İslam felsefesi dersleri okuttu. Sokrat’tan Kant’a, Eflatun’dan Max Scheler’e İbn Rüşd’e, İbn Sina’ya, Farabi’ye kadar yüzlerce filozofun felse- fesini, felsefe sistemlerini Türkçe olarak dinledik, yazdık, okuduk. Türkçe olarak düşünmenin bu felsefeler vasıtasıyla en ince ve en yüksek tepelerine kadar tır- mandık. Düşünme disiplinini öğrendik. Kin ve düşmanlık kokan yukarıdaki sözü ve benzerlerini söyleyenler, bu dersleri anlayarak dinleselerdi söyledik- lerinden utanır, yerin dibine girerler miydi? Bunu söyleyemiyorum. Bu kişi- ler de üniversite mezunu olduklarına göre bu ders ve benzerlerini Türkçe ola- rak almışlar ve sınavları vermişlerdir. Hatta bu okumuş cahil ve hainlerin içinden yüksek lisans ve doktora ya- panlar, akademik merdivende yükse- lenler vardır. Bunlar tezlerini yazarken hangi dili kullandılar? Doğru, iyi ve yeterli düşünmeksizin mi bu tezler ortaya çıktı? Bunlar arasından çıkan siyasetçiler ayrı bir alem. Bir insan kin, düşman- lık ve hainlik batağına saplanmışsa benim kullandığım mantık da ne yazık ki geçerli olmamaktadır. Bu işin mantığı da düşüncesi de düşmanlığa ve ihanete mağlup olmuştur.
Dil ile din ve düşünce ilişkisine baka- lım. Eğer düşünce ile anlama arasında- ki beraberlik doğru istikamette ise anla- madan düşünülemeyeceği, düşünme- den anlaşılamayacağı, düşünmeden ve anlaşılmadan inanılamayacağı doğaldır. Bunun için Yüce kitabımız “Siz ne kadar az düşünüyorsunuz” dememiş midir? Düşünme ve anlama kişinin kendi dilinde olur. “Anlayasınız diye Arapça kur’an indirdik.” (Fussilet- 3, Duhan-58), bu demektir. İlk muha- tap Araplardır, Arapça konuşup Arapça bilirler ve Kur’an’ı bu dilde anlayabilir- ler. “Eğer onu yabancı dilden bir kur’an kılsaydık diyeceklerdi ki: … Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu?…” (Fussilet, 44). Sonraki muhataplar kendi dillerinde öğrenip an- layacaklardır. Bundan daha doğal ve doğru bir şey var mı? Böyle yapmak Kur’an’ın aslını bir tarafa atmak, onu yokmuş farz etmek anlamına gelmez ki. İlim sahibi için, araştırmacı için aslı du- rup duruyor. Herkese açık. Bu din yal- nız Arab’ın dini olmadığına göre… Ters istikamette gidersek yani anlamayı he- defe almazsak dini, kumlara gömmüş oluruz, bizim uydurduklarımız din yeri- ne geçer. Kısmen böyle olmuştur. Şimdi bakalım: 600 yıllık Osmanlı dönemin- de, İslam’la ilgili kaç eser yazılmıştır, 100 yıllık Cumhuriyet döneminde kaç eser? Matbaa, teknoloji vb. diyeceksiniz. Toplam kitap sayısını değil cins sayısını ima ediyorum. Belli bir konuda yazılmış eseri tek sayarak Osmanlı döneminde kaç tane, Cumhuriyet döneminde kaç tane bunu kastediyorum. Mesela Kur’an hakkında yazılmış Osmanlı’da kaç eser var? Kaç Kur’an meali var? Osmanlı’da Kur’an meali var mı? Bu din Türk halkına hitap etmiyor mu? Cumhuriyet döneminde sırf dini yayın yapan yayınevlerini göz önüne getirin. Bunlar Türk halkının aydınlanmasına sebep olmadı mı? Türkiye’de bu kadar imam-hatip lisesi, ilahiyat fakülteleri din öğretimini Türkçe yapıyor. Din üzerin- deki düşünce ve anlayışımız azalmış mı oluyor yoksa artmış mı? Kaynaklara in- mek, ilmi araştırma yapmak, bunun için Arapça ya da başka bir dil öğren- mek bu anlama zeminini oluşturduktan sonra başlar.
Sanatta yani estetik ve duygu dün- yasında da anadil ön plandadır. Kara- caoğlan’ın o nefis Türkçe’sinden nasibi- ni alamayanlara ne diyelim. O enfes türkülere (Türk’e ait anlamına gelir) hor bakanlara ne diyelim.
Estetik bazen yalnız kalabilir. Anla- mayı ve yerliliği bir tarafa koydurtabilir. “Haddeden geçmiş nezaket yâl-ü bal olmuş sana” güzeldir ama bazıla- rınca anlaşılır değildir. Güzelliğini iç ahenk ve kelimelerdeki musiki sağla- mıştır.
“Bûydan hoş rengden pakizedir na- zik tenin, Beslemiş koynunda gûya kim gül-i ra’na seni.”
beyiti de böyledir. Bir Mevlevi ayi- ninde metni tamamen Farsça olan söz- leri, o yüksek musiki perdelemiş ve an- laşılmasını umursamaz yapabilmiştir. Ama bu durum gittikçe estetikten uzak- laşıp çirkinleşebilir. Mesela “Biraz za- man bir kelb-i nâtüvan kûşe-i is- tabl-ı viranımda mekan tutup ey- yamda reme-i ağnam ile sahrane- verd ve layâlide av’av’pâş-ı etraf olarak cevanib-i hanmane pira- mengerd idi.” (Hamse-i Nerkisi’den). Bir başkası: “rûy-i âlem hilye-i zi- bay-ı letafet birle hatır-ı fürûz-u sakaleyn olup meşail-i nûr-ı bahş-ı sevâbüt-ü seyyarat sahn-ı zemine bir veçhile nezdik göründü ki saha-i zeminden fürûzan kılınmış meşail-i şâdmani sandım.” (Siyer-i Veysi’den). Bunlar yabancı dil değildir, Türkçe de değildir. Yabancılaştırılmış ve istilaya uğramış Türkçe’dir. Buna Os- manlıca diyorlardı. Gerçekte bu bir dil de değildir. Maskaralıktır. 26 kelimeden birinde 10, diğerinde 4 Türkçe kelime vardır. Birincisi güzel Türkçemizle şunu demek istiyor: Bir zamanlar viraneye dönmüş ahırımın köşesinde zayıf bir köpek yerleşmişti, her gün arazide ko- yun sürüsüyle dolaşırdı. Geceleri evim barkım etrafında hav hav sesleri kaplar- dı. İkincisini de siz çeviriniz, Osmanlıca öğrenmiş olursunuz.
Cumhuriyet döneminde Türkçe ko- nuşan, Türkçe yazan, Türkçe düşünen nice mütefekkir, yazar, edebiyatçı, şair, mütercim yetişti, örnekleri buraya sığ- maz. Aslından daha güzel tercümeler vardır. Mesela Edmond rostand ta- rafından yazılmış manzum bir oyun Cyrano de Bergerac, rahmetli Sabri Esat Siyavuşgil tarafından çevrilmiştir ve çevirisinin aslından daha güzel oldu- ğunu ilgili herkes bilir. İnanmıyorsanız Google’dan açıp sesli olarak dinleyin. Ne kadar temiz ne kadar güzel bir Türk- çe ile sunulduğunu göreceksiniz. İftirayı sevenler bu güzellikleri tanıyamamışlar- dır. Yunus Emre bile Cumhuriyet dö- neminde tanınmıştır. Çünkü Osmanlı döneminde Türkçe yazdığı için aydın- larca tanınmamış, tanıyanlar da hor görmüştür. Osmanlı düşünürü (!) üç ciltlik Maşerat’ül Şuara adlı bir çeşit şairler antolojisinde Yunus Emre’den bir paragraf bahsetmiş ve şöyle demiş- tir. “Basit-i Türki ile yazmıştır.” O Türk’e ait basitlik veya basit Türkçe Yu- nus’un dilinde şöyle:
“İşidin ey ulular ahir zaman olmuş- tur,
Sağ müslüman seyrektir, o da gü- man olmuştur.
Danışman okur, tutmaz, derviş yo- lun gözetmez,
Bu halk öğüt işitmez ne sarp zaman olmuştur.
Gitti beyler mürveti, binmişler birer atı
Yediği yoksul eti içtiği kan olmuştur.”
Bu güzel Türkçe ile Yunus sadece o günü değil bugünü de anlatıyor.
Yeniçağ Gzt., 31.10.2022
