Münir Bey, içinde bulunduğunuz inanç, fikir ve anlayış değişmesi bizi çok sevindirdi. İnşallah hayatınıza da yansıyacak olan bu iç değişmesi devam edecek ve tamamlayacaktır.
İnşallah Efendim, çok teşekkür ederim.
Ben sizdeki bu değişmeyi sormak istiyorum. Niçin değişmek istediniz? Bunu gerektiren huzursuzluklarınız, bunalımlarınız, dertleriniz nelerdi?
Huzursuzluk, tek kelimeyle inançsızlıkta. Çünkü inanacak hiçbir şey yoktu. Ben o zamanlar bugün inandığım şeyleri inkar etmek istiyordum. Çünkü, yine o zamanlar bize şöyle telkinler yapılıyordu: ‘Müspet kafalı olun. Görmediğiniz şeylere inanmayın. Herkesin kafası ve bilinci var. Bunun için de anlamadığınız şeye inanmayın.’
Sonra ilkokul sıralarında da bu telkinleri destekleyen icraatlar yapıldı. Tam hatırlamıyorum, camiler mi kapatıldı, bir şeyler oldu yani. Ya da o zamanki biz gençlere mi öyle geldi bilemiyorum. Bütün bunların sonunda bizim kafamıza sokulan temel fikir şöyle oldu:
Dindarlık ve inanç sahibi olmak gericiliktir. İnançsızlık ise ilericiliktir. Bu da ne demektir? Pek derinlemesine anlamamıştık ama içimizde beliren sonuç bu yorum oldu. Bunun tesiriyle hepimiz yavaş yavaş o yönde ve anlayışta yetiştik. Ve ben ‘Küçük Sahne’de tiyatro oyuncusu iken, bilinçli olarak ‘Hiçbir şeye inanmıyorum’ dedim (1951).
Ve böyle demeyi de, babamı geçmek zannettim. Somut olarak bunu buldum.
Öyleyse babanız o zaman sizin için dini temsil ediyordu?
Tabii. Dindardı ve hatta mutasavvıf bir adamdı. Kendisi beş vakit namazlı bir insan olduğu halde, bir gün bana sen de kıl dememiştir. Ya da , içki içme dememiştir. Kendisinin ilgilendiği konularla benim de ilgilenmem için baskı yapmamıştır. Yani çok ileri kafalı bir adamdı babam. Ancak, 40 sene de geçse, insan aslına dönüyor. Hatta aslından büsbütün kopamıyor. Mesela hiç unutmam, inkara düşmeden önce, ‘Küçük Sahne’nin tuvaletlerinde yüzüme gözüme, elbiseme üç kere sular sıçratarak sözümona abdest alırdım. Bilhassa zor oyunlarda sıkıştığım sırada nefesim kesilip takatim kalmadığı zamanlarda içimden, ta derinlerden ‘Allaaaah!’ diye bir ses gelirdi ve ben oyunu alıp götürürdüm.
Hatta bunlara benzer şeyler, daha sonra inkar ettiğim zamanlarda da oldu. Neyi inkar ediyorsun zaten. İşte saçmalık ve çocukça bir kafa.
Ben o dönemlerden sonrasını bir karanlık olarak nitelendiriyorum. İçkiler, bunalımlar ve hayatım kapkaranlık. Hiçbir ışık ve ümit yok. Ne şöhret, ne para, ne diğer zevkler hiçbiri beni ilgilendirmiyordu. Ulaştığım hiçbir şey, huzur ve doyum vermiyordu. Psikolojik ve şahsi etkenlerin de rolü olmakla beraber, hep devam eden bir kapkaranlık bunalım devresi. Ve müthiş bir boşluk.
Sonradan eski yola dönmek isteyince, rüyalar görürüm, sesler duyarım. Hep böyle masalımsı bir hayat yaşarım. Zaten genelde de duygusal bir insanım. Babamla rüyamda konuşuyorum filan. Şimdi ise, aşırı bir şekilde dine dönmek, hatta şekle dönmek geliyor içimden. Çünkü, her şeye rağmen bu yaşımda, o kadar kimsenin yapamayacağı dozda her zehirli şeyi kullandığım halde, vücuduma bir şey olmaması, hala sağlam oluşu, Allah’ın bir lütfu gibi geliyor bana. Artık O’nun yolundayım ve O’nun peşindeyim. Bir sene bu mesleği her şeyi bırakmak ve sadece ibadet etmek istiyorum.
Efendim, içinizde duyduğunuz Allah inancında, ondan mahrumken duymadığınız neleri duydunuz? Size nasıl bir his verdi Allah’a iman etmek?
Allah inancı ve duygusu, her zaman aynı güçte duyulamıyor. Bir de şundan korkuyor. İçki dedim, sonuna kadar gittim, tadını kaçırdım. Tiyatro dedim, o da öyle. Şimdi de Allah diyorum. Benim için, bunun da sonuna kadar olmaması imkansız.
Acaba o zaman ne yaparım? Bunda da aşırı gidip sapıkça şeyler yaparım diye korkuyorum. Bu da beni biraz frenliyor.
Ancak o duyguyu, Allah inancını içimde hissettiğim zaman sonsuz bir huzurla beraber, sonsuz bir güç buluyorum. Bunların neticesi olarak da tarifsiz bir güven duygusu içimi kaplıyor. Aslında benim bütün hayatım boyunca daima aradığım şey bu imiş. Anlatamam nasıl zevk veren duygular bunlar. Bunları da eşimle beraber konuşuyoruz ve buluyoruz. Bu yolda, onun büyük yardımlarını, desteğini ve teşviğini gördüğümü söylemeliyim.
Efendim, değerli eşinizi de bu rolünden dolayı candan tebrik ederim. Bu arada şunu da ifade etmek isterim: Siz sanatçı kişiliğiniz ve bunca birikiminizle, Allah inancına da ilmi açıdan bakmalısınız. Böyle yapabildiğiniz ölçüde Allah’a bağlılık ve imanda ne kadar ileri giderseniz gidiniz, ölçülü ve dengeli kalabilirsiniz.
Secde sırasında, başımı eğince galiba kan da başa geliyor ve insanda bir küçülme, bir teslimiyet, bir mahviyet doğuyor. Bu bakımdan ben de secdeyi çok seviyorum.
Biz bu konuşmayı yaparken, yan taraftaki odadan Münir Bey’in de rol alacağı ‘Orta Oyunu’nun prova sesleri geliyordu. Sohbetimizi, bu provayı Münir Bey adına bölerek yapabilmiştik. Ama, Fındıklı Parkı’na doğru inerken, ben, hayat oyununun en önemli dönemecinde gördüğüm ÖZKUL’lara, özden kul olabilmek yolunda kolaylıklar nasip etmesini Allah’tan dilemekteydim. Allah, onlara ve hepimize öz kulu olmamızı nasip etsin.
Kaynak: Vehbi Vakkasoğlu, Zafer Derg., Haziran 1986, sayı: 114, s. 10-12.