Dr. Akif Köten[1]
Giriş
İlâhi Sünnet’in bir gereği olarak insanoğlu da, bütün canlılar gibi çoğalarak neslini devam ettirir. Fakat o, diğer canlılardan farklı olarak, Allah’ın kendisine verdiği üstünlüklere layık bir şekilde neslini devam ettirmelidir. Bunun tek yolu da, nikâhla kurulan ve karşılıklı sevgi-saygı ve şefkate dayanan aile hayatıdır. Evlenme, insanın yaşayacağı en sevinçli olayların başında geldiği için eğlence ile kutlanmış ve bu törenlere de “Düğün”[2] adı verilmiştir. Düğün bir taraftan yeni kurulan bir aileyi cemiyete tanıtırken, diğer taraftan da insanların eğlenme ihtiyacını gidemektedir.
Eğlenme, insani yapıdan (fitrat) kaynaklanan bir istek ve ihtiyaçtır. Beşeri yapının gereği olan hiçbir istek ve ihtiyaç dinimizde cevapsız bırakılmamış, önüne duvar çekilmemiştir. Fakat, bu isteklerin tatmini başıboş ve sınırsız da değildir. Günlük hayatın çeşitli problemleri karşısında yorulan, bunalau insanın, meşruiy-yet sınırını aşmamak şartıyla eğlenmesi, dinlenmesi, ferahlaması… caizdir. Fakat eğlence, hayatın gayesi değildir. Eğlenceyi, hayattaki realiteden geçici bir süre kaçış, realitenin bir parçasını onun ait olduğu bütünden ayırarak seMbol ve tasavvur niteliğine sokmak olarak değerlendiren merhum Prof.Dr.Erol Güngör, “Eğlencenin Sosyal ve Psikolojik Yönü” isimli araştırmasında bu hususu şöyle ele almaktadır.[3]
“Psikoloji bakımından eğlenme olayı, herşeyden Önce bir heyecan halidir. Eğlence insana haz veren bir faaliyettir ve gayesi de haz vermektir. Bu yüzden eğlenceyi insanın öbür faaliyetlerinden ayırtederken “gayesi kendinde olan bir davranış” diyoruz. Ama bu tarifin üzerinde biraz durmalıyız. Haz dediğimiz şeyin psikolojik mahiyetini iyice incelediğimiz takdirde onun insan için ilk bakışta fark edilmeyen derin ve önemli bir takım fonksiyonları yerine getirdiğini görürüz. Gayesinin kendinde oluşu, onun asgari yaşama şartlarını yerine getirmek üzere yapılan faaliyetlerden biri olmayışı ve mecburiyet ifade etmeyişi yüzündendir. Karnımızı doyurmak için eğlenmeyiz; belli birşeyi elde etmek için de eğlenmeyiz. Ama eğlencenin sonucu olarak hiçbirşey doğmadığım, insanın eğlenceden önce ne ise sonra da aynı olacağını söyleyemeyiz.”
insandaki eğlence ihtiyacım ve yaşlara göre bunur nasıl karşılanacağını da merhum Güngör şöyle açıklamaktadır.[4]
“Bunun psikolojik mekanizması sinir sisteminin uyarılma ihtiyacıyla ilgilidir. Günlük hayatımız sürekli biteviyelik içinde geçtiği için, sinir sistemimizin aldığı uyarıcılar hep birbirinin tekrarı mahiyetindedir ve bu yüzden organizmamızın uyanıklık seviyesi düşer. Organizmanın normal fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için, yenilik ifade eden uyarıcılar alması gerektir. Fakat her türlü yeni uyarıcı optimal uyanıklık seviyesini tutturmaya yetmez. Alışılmışın dışında uyarıcıların uyanıklık seviyesini uygun ölçüde tutabilmeleri için bunların yenilikle birlikte uyuşmazlık, karmaşıklık veya giriftlik, beklenilmezlik, gayrimuntazamlık gibi özellikler taşıması gerekmektedir. Bu özellikler bir uyarıcı grubunun dikkati çekmesi ve organizma tarafından incelenmesini, keşfedilmesini sağlayan şeylerdir. Bunlar bizim dikkat ve ilgimizi uyandırdığı için, insana hitab eden her türlü bildirişim (communicati-on) teşebbüslerinde de gözönüne alınması gerekir.
Uyanıklık seviyesinin teşekkülü hakkında kantitatif ölçülerimiz yoktur. Bir bildirişim vasıtasının nasıl bir tertiple insanda en çok haz uyandıracağı herşeyden önce yaşa bağlı bulunuyor. Çocuklar, gençler, orta yaşlılar farklı şiddette uyarıcılardan haz duyuyorlar. Genellikle erken yaşlarda aktif eğlenceler büyük zevk veriyor. Yetişkinlik çağının başlangıcında şiddetle uyarıcılar artık eskisi kadar zevk vermiyor. Fakat eğlence bir şekilden ibaret olmadığına göre, zevk bakımından muhtevanın yeri nedir? Burada yaş grubu kadar, hatta ondan daha fazla şahsi kabiliyetin, yetişme tarzının, içinde bulunan sosyal ve kültürel çevrenin büyük rolü olduğu görülüyor. Yetişme tarzı ve kabiliyet, eğlencenin kalitesini belirleyen temel faktörler olmaktadır.”
İnsanlık tarihi evlilikle başlar denilse, yanlış olmaz kanaatindeyiz, insanlık tarihi kadar eski olan evlilik, dolayısıyla düğün törenleri, değişik şekillerde de olsa tarih boyunca bütün toplumlarda varlığını sürdürmüştür. Bu törenlerin ortak özellikleri, duyurma Cilan), ikram (velime) ve eğlence (saz-söz) dir. Evlenen eşler ve onların kurdukları yeni aile topluma duyurulmak suretiyle, neslin sıhhatli bir şekilde, yozlaşmadan devamı sağlanmakta, yapılan ikramlarla sosyal tesanüd güçlenmekte, bu törenlerde eğlenmek suretiyle insanlar maddi ve manevi (psikolojik) bir doyuma ulaşmaktadır. Atalarımızın dediği gibi; “Ölüde ağlanır, düğünde oynanır.” [5]
Birinci Bölüm
ASR-I SAADETTE EĞLENCE
I. Eğlence İhtiyacı
Asr-ı Saadet ve eğlence kavramlarım bir arada düşünmek, ilk-bakışta bize zor gelebilir. Çünkü bize anlatılan, hatta kitaplarda yazılan şekliyle Asr-ı Saadet ve o günün müslümanları, böyle basit işlerle değil, sadece ilim, ibadet, dua, zikir, hayr-hasenât, cihad, çalışma, ticret, ziraat… gibi önemli işlerle meşgul oluyorlardı. Vakıa, bu tür işler en güzel şekliyle onlar tarafından yapılıyordu. Fakat onların hayatında da, eğlenme, dinlenme, şakalaşma… gibi sıradan işler de vardı. Çünkü, o günün insanları da bizim gibi, beden ve ruhtan, et ve kemikten müteşekkil idi. Dünya aynı dünya, insanlar aynı insan, bugünün insanı nelere ihtiyaç duyuyosa, o günün insanı da aynı şeylere ihtiyaç duyuyordu, insan fıtratı bugün ne ise, o gün de aynı idi. Beşerî yapıda varolan hiçbir isteği karşılıksız bırakmayan İslâm, o günün insanlarının bu tür isteklerini karşılamalarını mubah görmüş ve beşer bir peygamber olan Resûlullah (s.a.v.) da, bu tür faaliyetlere katılmış ve bu konuda da onlara Örnek olmuştur.
insan için vazgeçilmez dünyevî ihtiyaçlardan biri de, yorulan, usanan insanların dinlenmesi, eğlenmesi, şakalaşması…dır. Cevaz hududlarını aşmamak şartıyla dinen mubah görülen bu tür davranışlar, insanların, çalışma, ibadet… gibi aslî ve ciddî görevlerini daha güzel yapmalarına imkan sağlar. Bu konuda Gazzalî şöyle demektedir: “Oyun ve eğlence kabli ferahlatmak için mubah kılınmıştır. Dinlenen ve neşelenen kalpte ticaret gibi dünyevî işlerle veya namaz ve tilavet gibi ahiret işleriyle ciddî bir şekilde meşgul olma arzusu uyanır. Ciddî işlerle fazla meşgul olma yanında az mikdarda eğlence olursa, bu hoş görülür. Mesela, yanakta bir iki siyah ben (hâl)in bulunması yanağa güzellik verir, fakat benler çok olursa, yüzü çirkini eştirir. Azı güzel olan her şeyin çoğu da güzel olmaz. Bunun gibi azı mubah olan her şeyin çoğu da mubah olmaz. Mesela, ekmek yemek mubahtır, fakat tıka basa karnı ekmekle doldurmak haramdır. Mubah olan musikî (ve eğlence) bu bakımdan diğer mubahlar gibidir.”[6] zamanımızda bu hususun önemi daha da iyi anlaşılmıştır. Devlet hayatında, fabrikalarda, imalathanelerde ve işyerlerinde oyun, eğlence, musikî, tatil, gezi ve spor gibi hususlara büyük önem verilmekte, böylece zihnen ve bedenen çalışanların iş gücü arttırılmaktadır.[7]
Asr-ı Saadet’in bariz vasfı -zannedildiği gibi- bu tür bedehi istekleri tamamen dışlamak değil, dengeli bir şekilde onları tatmin etmektir.
Asr-ı Saadet’i çok iyi kavradığında şüphe olmayan Gazalîyi tekrar dinleyelim:[8]
“Habeş oyuncularının eğlencesinden daha büyük ve açık hangi eğlence vardır. Halbuki bu eğlencenin mubah olduğu nass’Ia sabittir. Bu konuda benim kanaatim şudur: “Eğlence kalbe rahatlık verir, fikrî yorgunlukları hafifletir, daima zorlanan ve ciddi işlerle meşgul edilen kalpler körleşir, eğlence ile kalbi rahatlandırmak ciddi iş görmesi için ona yardım etmek demektir. Mesela devamlı olarak fıkıh okuyan bir kimsenin cuma günü tatil yapması icabe-der. Çünkü bir gün tatil, diğer günlerde neşe ve istekle çalışmayı sağlar. Devamlı olarak nafile namaz kılan bir kimsenin bazan mola vermesi icabeder. Kerahet vakitlerinde namaz kılmak bunun için mekruh sayılmıştır. Tatil ve dinlenme çalışmaya yardımcı olur. Eğlence hayatı ciddî hayata hizmetçi olur. Daima ciddi bir-hayat yaşamaya takat getirilemez, buna sabr edilemez. Peygam-ber’in nefis ve ruhları hariç, sürekli olarak hak üzere olmak herkes için acıdır. Şu halde eğlence; yorulan, bıkan, usanan ve sıkılan kalbin devasıdır. Öyle olunca da mubah olması gerekir. Fakat ilaçta olduğu gibi eğlencenin dozunun fazla olmamasına dikkat edilmesi lazım gelir. Şu halde bu niyetle yapılan eğlence, ibadet (kurbet) haline gelir. Bir kimse sema dinlese, dinlediği sema onun kalbinde bulunan iyi ve güzel hasletleri açığa çıkarmasa ve onu iyi hareketlere teşvik etmese, dinlediği musikiden hükmü işte budur. Yani böyle birisi için musikî dinlemenin müstahap olması lazım gelir. Ta ki bu vasıta ile anlattığımız gayeye vara. Evet, bu durum kemalin zirevesinde olanlara nazaran eksikliktir. Çünkü kâmil insan, nefsini hak olandan başkasiyle rahatlandırmaya ve neşelendirmeye muhtaçtır. Unutmamak lazımdır ki: “Hasenat-i ebrâr seyyiât-i mükarrebîndir, yani iyi insanlara göre yapılması sevap olan işleri kamil olan insanların yapması günah olur. Kalbi tedavi etmenin ve gönlü hoş bir şekilde Hakka sevketmenin usulüne vakıf olanlar kesinlikle bilirler ki; kalbi bu gibi işlerle neşelendirmek müstağni kalınmayacak olan faydalı bir ilaçtır”[9]
II. Asr-I Saadet’teki Eğlenceler
Hz. Peygamber zamanına baktığımızda şu tür eğlencelerin icra edildiğini görürüz: [10]
A- Yarışmalar:
1. Hayvan Yarışları:
Birbirinin hayatına kasdedecek veya yaralayacak şekilde bo-ğuşturulması caiz olmayan hayvanların, birbirlerine zarar vermeden yarıştırılmaları dinen caizdir. Yarış denilince akla ilk gelen hayvanlar da, insanlar için binek olarak yaratılan at, eşek, katır[11] ve deve gibi hayvanlardır. Asr-ı Saadet’te at ve deve yarışlarının yapıldığına şahid olmaktayız: “Ok atma, at ve deve yansı dışında ödül caiz değildir”[12] hadisiyle teşvik de edilen bu yarışların mesafesi, idmansız atlar için bir mil uzunluğunda Seniyyetü’l-vedâ ile Benî Züreyk Mescidi arası, özel olarak yanşa hazırlanmış atlar için ise, 6-7 mil uzunluğunda Hafyâ ile Seniyyetü’1-vedâ arası idi. Bir defasında Abdullah Ibni Ömer’in de katıldığı ve atından düştüğü bu yarışlar,[13] bizzat Hz. Peygamberin öncülüğüyle yapılıyor yansı kazananlar ödüllendiriliyordu. Deve yarışları da Asr-ı Saadet’te başvurulan eğlencelerden biriydi. Hz. Peygamber’in Abda isimli bir devesi vardı ki, katıldığı bütün yarışları kazanırdı. Birgün genç bir deve (daylak) üzerinde gelen bir bedevi yarışta Abdâ’yı geçince, sahabiler buna çok üzüldü, Hz. Peygamber, “Yükselen her dünyevî şeyin alçalması, ilahî hikmet gereğidir.”[14] sözleriyle onları teskin etti.
Muhtemelen bu yarışlara kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk… herkes seyirci olarak katılıyor, yarışın heyecanını yaşıya-rak eğleniyor, ferahlıyordu. Yukarıda zikredilen hadislerden bazı atların yarışlara özel olarak hazırlandığını da öğrenmekteyiz. [15]
2- Koşular:
Asr-ı Saadette yapılan meşru ve mubah eğlencelerden biri de insanların kendi aralarında yaptığı koşulardır. Bir sefer esnasında, Hz. Peygamber hanımı Hz. Aişe ile geride kalmış ve ikisi koşu yapmış, yarışı Hz. Aişe kazanmıştı. Yıllar sonra tekrar yapılan yarışı, Hz. Aişe şişmanladığı için Hz. Peygamber kazanmış ve ona, “Bu birincilik o birinciliğe karşılıktır”[16] diyerek latife yapmıştı. Hz. Peygamber’in izniyle Seleme b. Ekvâ ensardan biriyle Medine’ye kadar yarışmışlardı. [17]
3- Ok Atma:
Ok atma o günlerin en önemli silahlarından biri olduğu gibi, okçuluk talimleri ve yarışmaları da harbe hazırlık yanında Önemli bir eğlence vasıtasıydı. “Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz”[18] “Müslüman bir adamın, yayı ile ok atması, atını eğitmesi ve hanımı ile sevişmesi dışındaki bütün eğlenceleri batıldır. Bunlar ise batıl değil, haktır”[19] hadisleri ok atma ve at eğitmenin sıradan bir eğlence olmayıp, kişiye sevab da getiren bir eğlence olduğunu göstermektedir. Bu hadisten, bu üç eğlencenin dışındakilerin caiz olmadığı hükmü de çıkarılamaz. Hadiste geçen bâtıl kelimesi, sevab getiren bir şey değil anlamındadır. Bâtıl kelimesi burada mubah anlamındadır ki, mubah olan şeylerde de sevap ve günah yoktur, yani boş bir şeydir. [20]
B- Yüzmek
Yüzmek suretiyle spor yapmak ve eğlenmek mubahtır. Yukarıdaki hadiste de geçtiği gibi çocuklara öğretilmesi tavsiye edilen şeylerden biri de yüzmedir.[21]
C- Çalgı Ve Davul Çalma
Asr-ı Saadet’te düğün, bayram, sefere çıkış ve dönüş (bilhassa ordu için), ticaret karvanlannı karşılama ve uğurlama… zamanlarda çalgı ve davul çalınması ve eğlenilmesi bir âdet idi. İleride daha genişçe ele alacağımız gibi, bir bayram günü Hz. Aişe’nin iki cariye ile def çalarak eğlenmesi, düğünlerde def çalıp şarkı söylenmesi tavsiysi… bu tür eğlencelerin yapıldığını ve mubah olduğunu göstermektedir. Bir kıtlık zamanında, beklenen kervanın gelişini müjdeleyen davulların sesi duyulunca cemaatin çoğunun, cuma hutbesini irat etmekte olan Hz. Peygamber’i ayakta bırakarak mescidden dışarı çıkmaları üzerine, “Onlar bir ticaret ve eğlence gördüklerinde hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, nzık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma, 62-11) âyeti nazil oldu. Bu âyeti kerime, eğlencenin ibadete tercih edilmesinin yanlış olduğunubildirmekle birlikte, zımnen de ibadete mani olmayan meşru eğlencenin cevazını ifade etmektedir. [22]
D- Çeşitli Harp Oyunları
İleride daha geniş bir şekilde ele alınacağı gibi, Habeşlilerin Mescid-i Nebevi’de yaptıkları mızrak oyunları kadın-erkek pek-çok kimse tarafından seyredilmiştir. Bu eğlenceler de caizdir. [23]
E- Avlanmak
Hem bir spor, hem de eğlence olan avcılık caiz olmanın yanında Mâide sûresinin 2. ayeti ile tavsiye de edilmiştir. Aynı zamanda bir geçim kaynağı da olan avcılık, Asr-ı Saadet’te yapılan meşru eğlence vasıtalarından biri idi. [24]
F- Güreşmek Ve Güreş Seyretmek
Çok eski bir spor olan güreş de Asr-ı Saadet’te meşru eğlencelerden biri idi. Hatta bir defasında bizzat Hz. Peygamber de güreş-mişti. Rükâne isminde meşhur bir güreşçi vardı. Bir gün Bathâ’da Hz. Peygamber’le karşılaşan Rukâne O’na (s.a.v.) güreşme teklifinde bulunmuş, yapılan güreşi Hz. Peygamber kazanmış ve Ödui olan koyunu almıştı. Rükâne kendisine çok güvendiği için tekra: tekrar güreşmek istemiş, fakat her defasında yenilmişti. Netice olarak Rukâne, “Ya Muhammed, şimdiye kadar hiçbir kimse beni yenemedi, beni yenen sen değilsin (sahip olduğun manevi güçtür dedi ve müslüman oldu. Hz. Peygamber de koyunları kendisine iade etti.[25]
İkinci Bölüm
ASR-I SAADET’TE DÜĞÜN
Uygulamaları ve sözleriyle evliliği teşvik eden Rasûlullah (s.a.v.)[26] nikâhın gizli tutulmayıp duyurulmasını, çalgı çalınıp şarkılar söylenerek kutlanmasını tavsiye etmektedir;
“(Cinsel ilişkide) helal ile haramı birbirinden ayıran, saz (def) ve sözdür.”[27]
“Nikâhı mescidlerde kıyın, herkese duyurun ve defle kutla-ym”[28] hadisleri bunu göstermektedir.
Hz. Aişe Ensardan bir yakınının düğününü yapar. Eve gelen Hz. Peygamber;
— Gelini, güveyi evine gönderdiniz mi? deyince oradakiler,
— Evet, derler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
— Gelinle beraber, def çalıp şarkı söyleyecek cariyeler de gönderdiniz mi? deyince Hz. Aişe;
— Hayır, der. Peygamberimiz;
— Ensarın pek çok gazelleri vardır, onlar eğlenceyi de çok severler. Keşke,
Size geldik, size geldik Size selam, Bize selam Olmasaydı kızıl altınlar Görünmezdi alınlar olmasaydı siyah buğdaylar Semirmezdi vücudlar diye şarkı söyleyecek birini gönderseydiniz,”‘[29] demek suretiyle düğünde bulunması gereken eğlence eksikliğine işaret eder.
Bir Aşure günü Medine’de genç kızların def çahp şarkı söylediklerini göYen Halid b. Zekvân el-Medenî, bu durumu öğrenmek için ashabdan Muavviz kızı Rübeyyi’ye gider ve sorar. Rübeyyi
— Düğünümüz sabahı RasûluUah (s.a.v.) geldi, yatağıma oturdu. Yanımda, Bedirde şehid edilen ecdadımla ilgili mersinler söyleyip def çalan iki cariye vardı. Şarkılarının bir yerinde “Aramızda, yarın olacağı da bilen Peygamber var” devire Rasûlullah (s.a.v.) “İşe böyle söylemeyin. Yarın ne olacağım Allah’tan başkası bilemez. Siz, daha önce söylediklerinize devam edin” diye cevap verir.[30]
Sahabe ve Tabiin döneminde de düğün eğlenceleri yaygın idi Âmir b. Sa’d anlatıyor;
Bir düğünde Karaza b. Ka’b ve Ebu Mesud cl-Ensân nin yanına vardım. O esnada cariyeler şarkı söylüyorlardı.
“— Siz Rasûlullah’m (s.a.v.) ashabı ve Bedir ehlindensiniz.S-zin yanınızda böyle yapılıyor (ve siz ses çıkarmıyorsunuz).” dedi” Onlardan biri;
“— istersen otur, bizimle beraber dinle, istersen kalk git. Düğünde eğlenmek için bize izin verildi” dedi.[31] Aynı hadise ile ilgili Ebu Davut et-Tayalisî’nin (V.204/819) rivayeti konumuza daha da açıklık getirmektedir: “Bize düğünde şarkı söyleme, aşırûn kaçmaksızın ölüde ağlama konusunda (Rasûlullah tarafından izin verildi.”[32]
Enes b. Malik’in (V.93/712) naklettiğine göre Hz. Peygamber bir düğünden dönmekte olan kadın ve çocukları görünce avcın kalkar ve onlara değer vererek şöyle der;
“—Vallahi siz bana, insanların en sevimlisisiniz.”[33]
Yine Hz. Enes’in bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Medine’nin bir yerinde def çahp şarkı söyleyen bir grup genç kıza rastlar, onlar şarkılarında;
Biz, Neccâroğulları kızlarıyız
Ne güzel komşumuzdur Muhammed,
deyince Hz. Peygamber de;
“—Allah biliyor ki, ben de sizi çok seviyorum”, der.[34]
Bu hadislerde de açıkça görüldüğü gibi Hz. Peygamber, nikahın düğünle kutlanmasını, insanların, bilhassa kadınlar ve genç kızların çalgı ve şarkılarla eğlenmesini istiyor, bazan böyle yapmadıklarında onları ikaz ediyordu. Şüphesiz ki O (s.a.v.), insan denen varlığı çok iyi tanıyan beşer bir peygamber olarak biliyordu ki insanlar, eğlenmek, dinlenmek suretiyle… bu tür ihtiyaçlarını tatmin etmezlerse, ibadet, çalışma, tezekkür, tefekkür… gibi ciddi işleri yerine getirmekte zorlanırlardı. Düğün, eğlence ve benzeri faaliyetler… günlük hayatı kolaylaştıran, rahatlatan bir çeşni olduğundan, zaman zaman buna izin veriyor, karşı çıkanları da ikaz ediyordu. Mesela bir bayram günü, hane-i saadette cereyan eden bir olay, bunun en güzel bir örneğidir:
Bir kurban bayramında Hz. Aişe, ensardan iki cariyeyle def çalıp şarkı söyliyerek eğlenirken eve Hz. Peygamber gelir, eğlencelerini kesmemek için yüzünü öbür tarafa çevirerek yatar. Eğlence devam ederken, bu sefer eve Hz. Ebu Bekir gelir. Onların bu halini görünce, kızarak;
— Rasûlullah’m evinde şeytan aletlerinin ne işi var? der. Az ileride yatmakta olan Rasûlullah (s.a.v.) yüzündeki örtüyü kaldırır ve;
—Bırak, bu bayramdır, diyerek onlara ses çıkarmaması için Hz. Ebu Bekir’i uyarır. Biraz sonra da Hz. Aişe cariyeleri gönde-rir.[35]
Yine böyle bir bayram günü Hz. Aişe, Habeşlilerin mescidde oynadıkları mızrak-kalkan oyununu seyreder. Olayı şöyle anlatır:
“Ben mi Rasûlullah’a söyledim? O (s.a.v.) mu bana, seyretmek ister misin? dedi bilmiyorum, evet dedim. Beni arkasına aldı, yanağım yanağında idi, Habeşlilere;
— Haydi Erfıde Oğulları, oynayın bakalım, dedi. Habeşlüe-rin oyununu usanıncaya kadar seyrettim. Rasûlullah (s.a.v.)
— Yeter mi? dedi. Ben,
— Evet, deyince,
— Öyleyse içeri gir, dedi, ben de içeri girdim.[36]
Pekçok tariki bulunan bu hadisin bazı rivayetlerinde, Hz. Peygamber; yeter mi? deyince Hz. Aişe’nin birkaç defa, acele etme diyerek seyir müddetini (eğlenceyi) uzattığı ve Rasûlullah’ın (s.a.v.) da buna izin verdiği hususu geçmektedir.[37] Yıllar sonra Hz. Aişe bu hadiseyi naklettikten sonra, “Ben de o zaman genç bir kadın idim. Oyun ve eğlenceye çok düşkün olan genç kızlara eğlenmeleri için fırsat verin.[38]
Onlar eğlence ve oynayanları seyretmeyi çok severler. Ancak uzun bir süre seyredince buna doyar ve usanırlar. Bu nedenle, onlar doyuncaya kadar buna izin veriniz,” [39]demek suretiyle muhtemelen Hz. Peygamberden sonra, eğlence hakkında meydana gelen yanlış değerlendirmeyi düzeltme ihtiyacını hissetmiştir.
Esasen eğlencenin dinen caiz olmıyacağı şeklindeki kanaat-lar ftesûlullah (s.a.v.) devrinde de vardı. Nitekim, Hz. Aişe’nin iki cariye ile yaptığı eğlenceye babası Ebu Bekir’in karşı çıkması, mescidde savaş oyunları oynayan Habeşîilere Hz. Ömer’in mani olmak istemesi[40] bunu göstermektedir. Fakat bu sahabiler, Hz, Peygamberin izni olduğunu görünce ses çıkarmamışlar ve onlar da seyre katılmışlardır.
Asr-ı Saadet’teki bu uygulamalardan da anlaşılacağı gibi Hz. Peygamber, insanların biyolojik ve sosyal yöndeki istek ve ihtiyaçlarım çok iyi biliyor, bu arzuların, meşruiyet zemini içinde ve aşırılığa kaçmadan normal bir şekilde tatminine izin veriyor, hatta bazan onları buna teşvik ediyor, konuyu yeterince takdir edemedikleri için karşı çıkanları da ikaz ediyordu. Esasen Kur’an, insanoğlunun oyun ve eğlenceye çok düşkün olduğunu,[41] yapısında böyle bir ihtiyacın bulunduğunu, hayatım da oyun ve eğlenceden başka bir şey olmayan bir dünyada[42] geçireceğini, esas maksadın ahirete hazırlık olmakla birlikte dünyevi zevklerden de (ki, eğlence de dünyevi bir zevktir) nasibini alması gerektiğini[43] vurgulamaktadır. Hal böyle olunca, beşerî yapıya en uygun bir din olan islâm’ın insanı, eğlenme, dinlenme, şakalaşma… gibi istek ve ihtiyaçlarından mahrum bırakması zaten mümkün değildir. Ancak islâm, ne başıboş, bırakmak suretiyle arzuları azdırır, ne de, yo-ketmek, önüne duvar çekmek suretiyle bastırır, ifrat ve tefrite düşmeden, itidal noktasında ve meşru bir zeminde onları tatmin eder. [44]
Düğün Eğlencesinin Cevaz Şartları
Asr-ı Saadet’ten örneklerini sunduğumuz düğün eğlencelerinin özellikleri şunlardır:
1. Bu eğlencelerde haram olan bir şey mevcud değildir, içki, işret, kadın ve erkeklerin birlikte oynamaları… gibi hususlar bulunan eğlenceler haramdır.[45]
2. Bu eğlencelerde harama vesile olan şeyler de yoktur. Bizatihi haram olmasa da, harama vesile olan şeyler de haramdır. Buna islâm Hukukunda sedd-i zerayi’ (harama giden bütün yollan tıkama) denir. Daha önce örneklerini verdiğimiz gibi düğünlerde sazlı (def) ve sözlü musiki ile eğlence caizdir. Fakat bunların biri veya her ikisi, insanda tatmini haram olan arzuları harekete geçiriyor-sa, bu tür müzik ve şarkı da haram olur. Mesela, ifade edilmesi dinen caiz olmayan sözleri içeren, şehevi duyguları harekete geçiren şarkılar böyledir. Gelin ve damadı tebrik için gittiğinde Hz. Peygamberi gören cariyelerin, “Arauıızda yarın olanı bilen bir peygamber var” diye şarkı söylemelerine Rasûlullah (s.a.v.) izin vermemiş, daha önce söyledikleri mersiyeye devam etmelerini istemiştir.[46]
3. Özelde düğün, genelde eğlenceye verilen izin sınırsız değildir, islâm’ın mubah, hatta müstehab gördüğü düğün eğlencesi, kemiyet ve keyfiyet yönünden aşırılığa kaçmamalı, sınırlı olmalıdır. Habeşlilerin mızrak oyunlarını seyreden Hz. Aişe’ye, Rasûlul-lah’m (s.a.v.) bir müddet sonra yeter mi? demesi ve evet cevabını aldığında içeri sokması, gereğinden daha fazla bir süre seyretmesine izin vermemesi de bunu göstermektedir. Burada ölçü ne olacaktır? Mesela, bir çocukla gencin veya yetişkin bir kişinin oyun ve eğlenceye ihtiyacı çok farklıdır. Sünnete baktığımızda, bu konuda çocuklara sınırsız bir müsamaha gösterildiğini, gençlerde ise bunun biraz daha azaltıldığım görmekteyiz. Bu takdirin iyi yapılması, tamamen önünü kapamak suretiyle tefrite, başıboş bırakmak suretiyle ifrata kaçılmaması gerekmektedir. Hz. Aişe nin genç kızların eğlence ihtiyacı ile ilgili tavsiyeleri, bu açıdan bakıldığında hayli önem kazanmakta ve günümüze de ışık tutmaktadır. Yazılı, sözlü ve görüntülü basın organlarının yoğun baskısıyla normalden çok daha fazla kamçılanan gençlerimizin eğlence ihtiyaçları, islâm’ın izin verdiği şekilde karşılanmazsa, onlar tamamen kontrolden çıkacak, başıboş ve sınırsız bir şekilde bu ihtiyaçlarını gidereceklerdir. Öyleyse gençlerimize, İslâm’ın meşru saydığı bir zeminde eğlenme imkanı tanımalı, bu ihtiyaçları giderilmelidir. Bunun için de düğünler en uygun ortamlardır. [47]
Üçüncü Bölüm
GÜNÜMÜZ DÜĞÜN EĞLENCELERİ NASIL OLMALIDIR?
Asr-ı Saadet’le oluşan ve günümüze kadar devam eden müslüman toplumlar, oluşturdukları örf-adet ve gelenekleriyle, eğlenceye de yer veren düğün törenleri yapagelmişlerdir. Tarih boyunca Müslüman Türk toplumlarında da durum böyle olmuş, düğün törenleri çeşitli eğlencelerde zenginleşirilmek suretiyle, o günün insanının eğlence ihtiyacının karşılanmasına zemin hazırlanmıştır. Dini yönden mahzurlar taşımayan bu düğünler, kadın ve erkeklerin ayrı ayrı, kendi aralarında, sazlı sözlü ve oyunlu eğlenceleri ile kadm-erkek birlikte seyredilen çeşitli erkek oyunları ve yarışmaları… içermekteydi.
Tanzimatla birlikte îslâm alemine girmeye başlayan batı hayat tarzının etkisi ve köyden kente göçle oluşan yeni toplum yapısı insanımızı diğer sahalarda olduğu gibi, düğün eğlencelerinde de îslâmî havadan uzaklaştırmıştır. Yerleşik düzendeyken, —ki halen köylerimiz kasabalarımız çoğunlukla böyledir— gelenekselleşmiş ve insanımızın ihtiyaçlarını karşılamış bulunan meşru düğün eğlenceleri, kentleşmenin doğurduğu örf-adet ve gelenck-görenek değşimesi ve çevrenin müsbet etkisinin (sosyal denetim) kalkmasıyla yozlaşmış, gayri îslâmî unsurlar taşımaya başlamıştır.
Düğün salonlarında veya otellerde, kadm-erkek birlikte oynama, eğlenme, dans içki, işret… gibi dinimize ve örfümüze uygun olmayan durumlar ortaya çıkınca, başta pek çok din görevlisi olmak üzere îslâmî kesim, buna karşı bir tepki olarak düğünleri, meşruiyyet ayırımı yapmaksızın her tür eğlenceden soyutladı. Düğünler, sadece va’z-u nasihatla veya mevlidle yapılır hale geldi. Belki bu tür düğün törenleri, yetişkinler ve yaşlıların hoşuna gidiyordu amma, yapısı ve yaşı gereği eğlenceye yatkın ve düşkün olan genç kesimi memnun etmek şöyle dursun, onları gayr-i mes ru eğlenceler içeren düğün şekillerine de itiyordu. Böylece dinin toplum üzerindeki etkilerinden biri daha kalkmış oldu.
Günümüzde genellikle yapılmakta olan bu tür düğünlerin her ikisi de sünnete uygun değlidir. Eğlencede meşruiyyet sınırlarını aşmak suretiyle ifrata, tamamen kaldırmak suretiyle tefrite kaçan böyle düğünler yerine, Asr-ı Saadet’te olduğu gibi, dinin izin verdiği eğlenceleri içeren düğün törenleri yapılmalı ki, günümüz insanının eğlence ihtiyacı, islâm’ın meşruiyyet zemini içinde giderilmiş olsun. Böyle törenler, bilhassa gençlerin eğlenme ihtiyacım da karşılayacağı için günümüz insanının îslâmî olmayan usullerle düğün yapmalarım ve meşruiyyet zemini dışında eğlence aramalarım da engelleyecektir. Diğer taraftan bu tür düğün eğlenceleri, ferdî ve sosyal bir doyum sağlamak suretiyle kişi ve toplum sağlığına da katkıda bulunacaktır.
Günümüzün imkan ve şartlarım da göz önüne alarak, îslâmî bir düğün töreninde bulunması gereken özellikleri şöyle sırahya-biliriz: [48]
1. İkram:
Düğün sahibi gücüne göre, davetlilere ikramda bulunmalıdır. Hz. Peygamber, en güzeli Hz. Zeyneb’le olan olan düğününde olmak üzere bütün evliliklerinde davetlilere ikramda bulunmuş[49] ve evlenen sahabilere de böyle bir ikram yapmalarını tavsiye etmiştir.[50] Velime demlen düğün yemeği adetine ashab-ı kiram çok itina gösteriyor, ikramı olmayanlar dahi, bedenen çalışmak suretiyle, kazanıp bu ikramı yapıyorlardı. Mesela Hz. Ali, Hz. Fatı-ma’yla evlenirken, dağlardan topladığı izhır otunu devesiyle Medine’ye getirmiş, yahudi bir kuyumcuya satarak elde ettiği parayla ikramda bulunmuştur.[51]
Rasûlullah’m (s.a.v.), “biriniz velimeye çağrılırsa, mutlaka katılsın”[52] hadisi, düğünde ikram ve yeni evlileri tebrike katılmanın önemini açıkça göstermektedir. Ebu Hüreyre’nin, “Yemeklerin en kötüsü, fakirlerin terkedilerek sadece zenginlerin çağırıldığı düğün yemeğidir. Her kim de böyle bir daveti terkederse, Allah ve Rasûlu ne karşı gelmiş olur,”[53] sözü de, günümüzdeki düğünlerin önemli bir eksiğini göstermektedir. [54]
2. Eğlence:
Sevinçli bir olayın kutlaması olduğu için eğlence, zaten düğünün yapısında vardır. Asr-ı Saadet’ten verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı gibi düğünler, bir taraftan insandaki eğlence ihtiyacını gidermekte, diğer taraftan da bu mutlu ve hayırlı olay saz ve sözle (def ve şarkı) bütün cemiyete duyurulmakta idi.
Eğlence, hayatın çeşitli safhalarında değişik seviyelerde hissedilen bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı zamanında karşılayan insanlar, yıllar sonra da bunun hazzını duyarlar. Düğünlerde çocuklar ve gençler, meşru bir zeminde bu arzularım giderirlerse, bunun doyumu ilerideki hayatlarında da müsbet tesirini gösterir. Bu sebeple düğünlerde, başta gençler olmak üzere günümüz insanının eğlence ihtiyacı karşılanmalıdır. Bu eğlencelerde müzik aletleri, çeşitli şarkılar, türküler, ezgiler, ağır olmayan hareketli ilahiler… den yararlanılabilir. Sazlı ve sözlü müziğin bizatihi kendisinden ziyade kullanılma yönü ve insanda bıraktığı etki önemlidir. Eğer bu etkilenme, tatmini haram olan arzular uyandınyorsa müzik mahzurlu, meşru duygulara hitap ediyorsa müzik mubahtır. Düğünlerde fevkalade, “Tasavvuf! Türk Musikisi”, Türk Halk Müziği”, “Hamasi Türk Musikisi”, “Türk Sanat Musikisi11… eserleri icra edilebilir.
Kadın ve erkekler kendi aralarında eğlenmek”, ihtilat (karışıklık) olmamalıdır. Düğün salonları, kadın ve erkeklerin birbirini rahatsız etmeden ayrı ayrı eğlenebilmelerine imkan verecek bir şekilde planlanmalıdır. Yerleşik düzende var olan avlulu veya geniş sofalı evler rahatça düğün eğlenceleri yapılmasına imkan veriyordu. Fakat, sanayileşme ve kentlileşme sürecinde ortaya çıkan küçük apartman daireleri, değil düğün yapmaya, biraz kalabalık misafirleri dahi ağırlamaya imkan vermemektedir. Bu sebeple, herkesin, külfetsiz ve masrafsız bir şekilde düğün yapmasına imkan verecek geniş mekanlar sağlanmalıdır. Mesela, toplu konut uygulamalarıyla hayli yaygınlaşan siteler, hatta apartmanların alt katları böyle düzenlenebilir. Bu da, önemli bir sosyal meselenin halli demektir. Bugün kadınların yaptıkları “kına gecesi
eğlenceleri” sünnete son derece uygun eğlenceler olduğundan, şehir şartlarında da yapılmalıdır. [55]
3. Çeşitli Yarışmalar:
Yakın tarihe kadar, hatta günümüzde dahi Anadolu’daki düğünlerde çeşitli yarışlar, spor müsabakaları yapılır, bunlar da halkın eğlence ihtiyacım giderirdi. Güreş, at yarışları, cirit, koşu… gibi sportif faaliyetler, belki bugünün şartlarında, bilhassa şehir şartlarında yapılamaz, fakat buna benzer daha küçük çapta ve bilhassa çocuklar ve gençler arasında benzeri yarışlar yapılabilir. Bunlardan maksat sportif bir faaliyet değil, hoşça vakit geçirmeye ve gülüşmeye vesile olmasıdır. At yarışları[56] ve ko’şu, Asr-ı Saadete de yapılan şenliklerden idi. Hatta bizzat Peygamberimiz, hanımı Hz. Aişe ile birkaç defa yarışmış idi.[57]
4. Halk Oyunları:
Her bölgenin kendine has bir folklorik yapısı ve oyunları vardır. Bu oyunlar o bölgede yaşayan herkesin kolayca iştirak edebileceği sadelik ve yaygınlıktadır. Mesela, Anadolu’nun bazı yörelerinde yaygın olan halay, zeybek, horon, simsim, kılıç-kalkan,.. oyunları böyledir. Düğüne gelenlerin bir kısmı aktif olarak bu oyunlara katılırken, büyük bir kısmı da seyirci olarak eğlenceye iştirak eder. Bu oyunları sadece erkekler değil, kadınlar da oynarlar. Bazı istisnaları hesaba katmazsak bu oyunlar, kadm-erkek karışık değil, ayrı ayrı ve kendi aralarında oynanır. Fakat erkeklerin oyunlarım kadınlar da seyredebilir. Mescidde, Habeşliler’in mızrak-kalk an oyununu Hz.Aişe’nin seyretmesine Rasûlullah’ın (s.a.v.) izin vermesi de, bu cevazı göstermektedir.
Bu gün artık şehirlerimizde bu tür oyunlara amatörce katılacak fazla insan kalmadı. Fakat, okularda kurulan folklor grupları, kız-erkek karışık olmamak şartıyla, düğünlere çağınlmak suretiyle bu oyunlardan, düğün eğlencelerinde yararlanılabilir. [58]
5. Çeşitli Güldürüler:
İnsanın yapısında varolan mizah, insanları güldürmek, onlan rahatlatmak niyetiyle yapılır ve kimseye zarar vermezse dinen caizdir.[59]
Günümüzde mîzah edebiyatı ve güldürü sanatları hayli gelişmiştir, komedi sanatçılığı diye bir meslek oluşmuştur. Bugün genellikle, müslümanlara ve dinî değerlere karşı bir silah olarak kullanılan güldürü sanatının, günümüzdeki yanlış örneklerine bakarak, caiz olmadığı kanaatine varmamak lazımdır. İslâm’a bağlı kalarak yapılacak komedi türleri dinen caiz olsa gerektir. Günümüzde, bu sanatın imkanlarından yararlanılarak hem insanlar eğlendirilir, hem de onlara doğru mesajlar verilebilir. Diğer taraftan bu yolla, islâm’a yöneltilen sataşmalar aynı silahla önlenebilir. Yeter ki müslümanlar, islâm’ın mesajım ve bu sanatın inceliklerini iyi bilen kişileri yetiştirebilsinler.
Hz. Peygamber, devrinde hayli geçerli bir propaganda ve saldırı aleti olan hicve karşı müslüman şairlerin cevap vermelerini teşvik etmiş ve bu gayretlerinden dolayı onlan çok övmüştür. Halbuki, genelde şiir, cahiliye şairlerinin kötü uygulamaları sebebiyle, islâm’da umumi bir tasvib görmüş değildir.[60]
Düğün eğlencelerinde çeşitli mizahi türler, skeçler, parodiler, fıkralar, bilmeceler, pandomimler, küçük temsiller… kullanılarak törenler daha hareketli ve eğlenceli hale getirilebilir. [61]
6. Halk Hikayeleri:
Genellikle Doğu Anadolu’daki düğünlerde Köroğlu, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin… gibi, aşk ve hamasi halk hikayeleri düğün boyunca bir kaç celsede anlatılmak suretiyle güzel bir eğlence sağlanmaktaydı. Rahatlıkla bugün de, bu hikayeler veya benzerlerinden yararlanılabilir. [62]
7. İslâm Tarihinden Çeşitli Anektodlar:
Düğüne gelen davetlileri, camide ibadete gelmiş bir cemaat gibi görmek ve onlara sadece vaazetmek kanaatimizce uygun değildir. Yapılan vaazın verimli olması için insanların, onu dinlemeye hazır ve istekli olması lazımdır. Camide, sünnette,düğünde, dernekte… her yerde vaazla karşılaşan, istese de istemese de dinlemek mecburiyetinde kalan insanlann böyle bir iştiyakta olması tab’an mümkün değildir. Çünkü insanın özelliklerinden biri de, devamlı yapılan şeylerden bıkması, usanmasıdır. [63]
________________________________________
[1] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Uludağ Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi.
[2] Meydan Laorusse, İstanbul, 1987-10-933
[3] Prof. Dr. Erol Güngör, Eğlencenin Sosyal ve Psikolojik Yönü, Türk Ebediya-tı, Ağustos 1981, Sayı: 94, s. 14.
[4] Prof.Dr.Erol Güngör, Eğlencenin Sosyal ve Psikolojik Yönü, s. 15.
[5] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/487-489.
[6] Gazzalî, İhya, C.II, s. 281.
[7] Uludağ, Doç.Dr. Süleyman, İslâm Açısından Musiki ve Sema, Uludağ Yayınları, Bursa, 1992, s. 140.
[8] Gazzalî,îhya, c.II, s. 284.
[9] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/491-493.
[10] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/493.
[11] Nahl 16/8.
[12] Tirmizî, Cihad, 22; Nesaî, Hayl, 14.
[13] Buharî, Cihâd, 56-57-58; Tirmizî, Cihad, 22; Nesaî, Hayl, 12-13.
[14] Buharı, Cihâd, 59; Nesaî, Hayl, 14.
[15] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/493-494.
[16] EbuDavud, Cihad.
[17] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/494.
[18] Tayalisi,Sünen, 2096.
[19] Tirmizî, Fedalu’l-Cihâd, 11.
[20] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/494.
[21] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/495.
[22] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/495.
[23] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/495.
[24] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/495.
[25] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/496.
[26] el-Buharî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, Nikâh 1.
[27] Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, es-Sünen, Nikâh 6; en-Nesai, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, Nikâh 72.
[28] İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid, es-Sünen, Nikâh 20.
[29] Buharı, Nikâh 63; İbn Mâce, Nikâh 21.
[30] Buharı, Nikâh 49; İbn Mâce, Nikâh 21; Tirmizî, Nikâh 6; Ebu Davud. S» leyman b. Eş’as es-Sicistani, es-Sünon, Edeb 51.
[31] Nesaî, Nikâh 80.
[32] Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, Danrl-Mn’rifc, Beyrut tsz, 169.
[33] Buharı, Nikâh 75; İbn Haccr, Ahmed b. Ali el-Askalânî, Fethu’1-Barî Şer-Sahihi’l-Buharî, Tah: Abdulaziz b. Abdullah b. Baz. Beyrut 1410/1989 I.bs. IX-30S/309.
[34] ibn Mace, Nikâh 21.
[35] Buharı, Ideyn 2; Müslim, Ebu’l-Huseyn Müslim b. Haccac el-Kuşeyri, el-Camuı’s-Sahib, Ideyn 16.
[36] Buhari, Ideyn 2.
[37] İbn Hacer, age, 11-565.
[38] Buhari, Nikâh 114; Müsîim Ideyn 17; Nesai, Ideyn 35.
[39] en-Nevevi, Muhyiddin Ebu Zekeriyya, el-Minhac, Mısır 1349, VI-185.
[40] Buharı, Cihad 79; Müslim, Ideyn 22; Nesaî, Ideyn 35.
[41] Hadid, 57-20.
[42] En’âm, 6-32; Ankebut 29-64; Muhammed 47-36: Hadid 57-20.
[43] Kasas, 28-77.
[44] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/497-501.
[45] İbn Hacer, age., 11-563.
[46] Buharı, Nikâh 49.
[47] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/501-502.
[48] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/503-504.
[49] Buharı, Nikâh 68, 69, 70.
[50] Buharı, Nikâh 68.
[51] Buharı, Buyu 28.
[52] Buharı, Nikâh 71 Dârİmi, Nikâh 23.
[53] Buharı, Nikâh 72.
[54] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/504-505.
[55] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/505-506.
[56] Buharı, Salât 41; Ahmedb. Hanbel, Müsned, 11-11, VI, 299.
[57] İbn Mace Nikâh 50.
Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/506.
[58] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/506.
[59] Bak: Köten, Akif, Hz.Peygamber’in Sünnetinde Şaka ve Bazı Şakacı Saha-biler, Bursa 1991,11-14.
[60] Şuara 26-224.
[61] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/506-507.
[62] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/507.
[63] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/507.
.
Kaynak: Vecdi Akyüz (ed)., Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yay., IV, İstanbul Mart 1994, s. 487-509.