Yalnız başına yaşayan bir derviş, çölün kıyısında oturmuştu. Padişahın yolu da oradan geçti. Derviş, kanaat mülkünde dünyadan el etek çekmiş olduğu cihetle başını kaldırmadı ve padişaha göz ucuyla bakmadı. Padişah, saltanatın taşkınlığı icabı olarak kızdı ve “Bu hırka giyen insanlar hayvan gibidirler, kabiliyet ve insanlık onlarda yoktur” dedi. Vezir de dervişin yanına gelip, “Derviş bana bak, yeryüzünün padişahı senin önünden geçti. Niçin hürmet etmedin, niçin edep şartını yerine getirmedin?” dedi. Derviş şöyle cevap verdi:
“Padişaha söyle ki… Hizmeti, hürmeti, kendisinden para pul uman kimseden beklesin. Bir de şunu şöyle: Padişahlar ahalinin muhafazası için o mevkie gelir, yoksa ahali padişahlara tapınmak için yaratılmış değildir. Her ne kadar devlet, saltanat sayesinde mal, mülk, para padişahların elinde ise de onlar fakirlerin bekçisidirler. Koyun çoban için değildir. Belki çoban koyunlara hizmet içindir. Bugün birini muradına, ermiş, birini de kendi kendine didinir, gönlü yaralı görürsün. Biraz sabret; görürsün ki o hayal peşinde koşan kimsenin beynini toprak yiyecektir. Ölüm gelince, şahlık bendelik (kölelik) farkı yok olur. Birisi bir ölünün mezarını açacak olsa, zengin mi fakir mi fark edemez.”
Dervişin sözleri Padişah’a doğru ve sağlam geldi, “Dile benden ne dilersen” dedi.
Derviş cevap verdi: “Senden onu isterim ki bir daha buraya gelip de beni rahatsız etme”.
Padişah devam etti: “Bana bir nasihat et”.
Derviş de şu beytin maznununu söyledi: “Bugün elinde nimet varken fırsat bil. Çünkü bu devlet, bu mülk, bu makam elden gider…”