Elalem Ne Der!? Tuzağı
Yüce Rabbimiz bize din olarak, İslam’ı seçtiğini belirtmektedir (Maide [5] 3). Her nebi aynı dinin esaslarını tebliğ etmek üzere gönderilmiştir. Dolayısıyla tevhidi esas alan “dinler” değil, tek bir din vardır, o da İslam’dır. Bizim için seçilen İslam’ın kelime anlamları barış (silm) ve teslim olmaktır. Teslim olmak, Yüce Allah’ın nebilerine bildirdiklerine tam teslimiyet göstermektir. Ama bu teslimiyet, yürekten olmalıdır. Aksi takdirde dışı ve içi ayrı, sırf görüntüde olan bir teslimiyet, iman ve davranışlarımızı boşa çıkartabilir.
Allah-ü Teala’ya yürekten teslimiyetin sonucu meydana gelen ibadetlerin iki önemli ölçüsü vardır. Bunlardan birincisi olan ihlas, ibadet ve iyilikleri riyadan (gösterişten) ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmaktır. Bir diğeri de ihsandır. “İhsan nedir?” şeklindeki soruyu Rasulullah şöyle açıklamıştır: “Allah’ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” (Buhari, Tefsir 31/2, İman 37; Müslim, İman 1). Makbul bir iman ve onun davranışlarımıza yansıması için bu iki kavramın uygulanmasının önemi çok büyüktür. İman ve onun yansıması olan davranışlarımızın kıymetini değersizleştiren bir büyük tehlike, bunları başkalarının gözünde yer etmek için (riya) sergilemektir. Biz bunu halk arasında “Elalem ne der!?” şeklinde basitleştirebiliriz. Günlük hayatında Yüce Allah’ı neredeyse hiç aklına ve diline düşürmediği halde “Seçmen ne der!?” kaygısıyla seçim zamanlarında bazı siyasetçilerin Allah kelimesini kapsayan kelimeleri (Maşaallah, inşaallah, Allah korusun, evelallah…) neredeyse her cümlesinde kullanmaları bunun ne yazık ki üzücü bir örneğidir. Veya yine oy kaygısıyla bol bol kameralar karşısında namaz kılmak, camide görünmek de çok uygun örnekler olmasa gerek! Veya şöyle düşünelim: Kendi başımıza, ama biraz “salaş” bir şekilde iken namaz kılıyoruz. Aniden kapı açılıyor ve biz kendimize çeki düzen veriyoruz. Gerekçemiz de şu: “Beni o şekilde namaz kılarken görmesin!” Bu durumda biraz “ikiyüzlülük” yapmış olmuyor muyuz? Yine kurban bayramı yaklaşırken, kurban kesecek durumu olmadığı halde, sırf “Elalem ne der!?” diyerek borç harç bir hayvan edinip kesen insanlar da var. Oysaki bir mümin şöyle düşünmelidir: “Ben bu kurbanı Allah için mi yoksa sırf başkaları beni ayıplamasın diye mi kesiyorum?”
Geleneklerimiz de maalesef bazen bizi bir şeyi Allah için yapmak yerine, gösterişe sevk edebilmektedir. Örneğin düğün yapacaklara çok anlamsız ve gereksiz şartlar ileri sürülmektedir. Zavallı çiftler bunları daha sonra ödeyebilmek için yıllarca uğraşmaktadırlar! Oysaki bize “Çeyiz” diye birilerinin dayattığı ve aldırttığı malzemelerin ne kadarı kullanılmaktadır, ne kadarı da sandıklarda heba olmaktadır? Veya düğün salonları da aynı şekilde genelde sırf birileri “mutlu” olsun diye en şatafatlı olanlardan seçilmektedir. Oysaki mümin, israftan kaçınandır! Sonuç olarak şunu hep beraber hatırlamalıyız ki, hepimizin çıkacağı o kaçınılmaz yolculukta yanımızda hiç kimse olmayacak. Rabbimizle ve ona sunacağımız amellerimizle baş başa olacağız. Aklını kullanan kişi, kendisini ona göre hazırlayandır. Rabbim hepimizi O’nun sevdiği kullarından olmayı başaranlardan eylesin!