Bir gün Ahmed bin Hadraveyh Hazretlerinin evine hırsız girmişti.
Ahmed bin Hadraveyh, hırsızı gördü fakat seslenmedi.
Hırsız evin içini, odaları, çekmeceleri aradı, araştırdı, her tarafı didik didik etti. Fakat çalıp götürecek bir tek şey bulamadı. Kendi kendine söylenerek kapıya yöneldi:
“Hey bahtsız adam! Burada da muradına eremedin!!”
Hırsız tam kapıdan çıkmak üzereydi ki, Ahmed bin Hadraveyh Hazretleri, “Ey Genç” dedi, “Şu kovayı al! İçine su doldur! Abdest al ve namaz kıl! Belki sabaha kadar evime bir şey getiren olur. Ben de onu sana veririm! Hiç olmazsa elin boş dönmemiş olursun!”
Genç hırsız ürperdi. Sanki üzerine soğuk su boşaltılmıştı. Ev sahibinden sert bir tepki bekleyen hırsız şaşırıp kalmıştı. Hiç durmadı, kovayı aldı, su doldurdu. Su ile abdest aldı ve namaza durdu.
Hırsız gece boyu namaz kılmıştı. Güneş doğmak üzereyken Şeyh Hazretlerinin kapısı çalındı. Kapı açıldı. Gelen adam, elindeki keseyi uzattı:
“Buyurun Efendim” dedi. “Efendim gönderdi. İçinde 150 altın vardır.”
Ahmed bin Hadraveyh Hazretleri altın kesesini hırsıza uzattı.
“Al evladım!” dedi. “Bir gece namaz kılman karşılığında bunu sana Allah gönderdi.”
Hırsızın yüreğine hançer saplanmıştı sanki. Oracıkta çakılıp kaldı. Gözlerinden yaşlar boşalmıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sonra mırıldanmaya başladı:
“Ben hep şeytana uymuştum! Hep şeytanın emrini dinlemiştim. İzzet ve celal sahibi olan Allah için bir gecelik hayırlı bir iş yaptım. Bana böyle ikramda bulundu. Ya ömrümü O’na itaat ve ibadet yolunda geçirseydim, acaba ne ikramlarda bulunurdu?”
Hırsız Ahmed bin Hadraveyh Hazretlerinin önünde ağlayarak tövbe etti ve “Ey bana doğruluğu gösteren ve öğreten yüce ışık! Beni müridlerinin arasına al da, ölünceye kadar hizmetinizde bulunayım!” diye yalvardı.
Şeyh Hazretlerinin mübarek simasında tatlı bir tebessüm yayılmıştı.
“Çocuğum!” dedi. “Sen evime girdiğin anda bizim olmuştun!”
.