Mağrib’de bir şehrin ilim ve faziletçe en meşhur alimlerinden biri, her gün olduğu gibi o gün de öğrencilerine ders vermekle meşguldü. Ancak kendisiyle acilen görüşmek isteyen bir kişi yüzünden, derse birkaç dakika ara vermek zorunda kaldı. Gelen kişi, şehrin en zenginlerinden biri değilse bile hatırı sayılır tüccarları arasındaydı. Adam, alime: “Bir maruzatım var” dedi. “Ben hacca gitmek istiyorum. Bunun için sene boyu kenarda 300 altın biriktirdim. Acaba bu para, rahatlıkla gidip gelmem için yeterli olur mu?” Alimin cevabı şu oldu: “Bu para rahatlıkla gidip gelmen için yeterli olmayabilir.” Bunun üzerine adam: “Peki öyleyse” dedi. “Biraz daha biriktirir, seneye giderim.” Adamın medreseden ayrılmasının üstünden fazla bir zaman geçmeden, bu kez, ayağında çarık, elinde küçük bir bohça ile sade halli bir derviş, alimin ziyaretine geldi. “Fazla durmayacağım” dedi derviş. “Allah nasip ederse hac için yola düştüm. Diyeceğin, istediğin bir şey var mı ?” “Yolun açık olsun” dedi. “Oralara bizden de selam götür, dua et bizim için.” Sonra da kucaklaşıp vedalaştılar. Öğrenciler, yarım saat içinde gördükleri bu iki manzara karşısında şaşkına dönmüşlerdi. İçlerinden en cesaretlisi: “Hocam!” dedi. “Tüccar geldiğinde, ‘Hac için 300 altın yetmeyebilir’ dediniz. Bu adamın ise belki bir altını bile yok. Ama ona yolun açık olsun dediniz.” Alim şu cevabı verdi: “Çünkü tüccar, parasına güveniyordu. 300 altının başına ne geleceğini, yetip yetmeyeceğini ben garanti edemem. Ama derviş, ‘Allah nasip ederse’ diyerek yola koyulmuş. İnanıyorum ki güvendiği Allah, onu yolda bırakmayacaktır!”
Kaynak: Murat Karabaşoğlu, Sufi’nin Dünyası Sufi Öyküleri-I, Sufi Kitap, İstanbul Mart 2009, s. 65-66.