Necip Fazıl Kısakürek vapurla Karaköy’e geçerken yanına biri yaklaşıp:`Üstad,’ diye sormuş. ‘Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik .`Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:
`Ne diye vapura bindin ki,’ cevabını vermiş. Yüzerek geçsene karşıya?`
* * * * *
* * * * *
Meşhur Cimri Paşa atlarının arpa yemesi gerektiğini söyleyen seyislerine kızar ve her seferinde “La Havle” (ya sabır!) çekermiş.Bir gün arabasının atları dermansızlıktan yığılıp kalınca, hiddetle sormuş.
“Atlarıma ne oldu?”
Seyis, cevabı yapıştırmış:
“Ne olacak efendim “La Havle” yiye yiye “Vela kuvvete” (kuvvetsiz) oldular.
* * * * *
Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon’un bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek:
“Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zaptetmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon:
“Evet,onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım.” diye cevap vermiş.
* * * * *
İngiliz Büyükelçisi, eski Türk evlerinin dış duvarlarına asılan “Ya Hafiz” (Muhafaza Eden Rabbimiz) levhalarını görünce dayanamamış ve Keçecizade Fuad Paşaya bunların ne olduğunu sormuş.
Fuad Paşa İngiliz’in tam anlayacağı dille cevap vermiş.
“O gördükleriniz, Osmanlı Sigorta Şirketinin levhalarıdır.”
* * * * *
Necip Fazıl bir gün sakal bırakır. Yolda bir arkadaşı görür ve:
“Bu ne yahu? Maymuna dönmüşsün” der.
Necip Fazıl hiç istifini bozmaz, yanındaki arkadaşına döner ve:
“Şimdi de insana döndüm! Ne olmuş yani?” der.
* * * * *
Necip Fazıl Kısakürek bir gün konferans verirken salonda bulunanlardan birisi kürsüye salatalık fırlatır.
Salatalığı eline alan Necip Fazıl, salondakilere dönerek :
“Birisi kimliğini göndermis, kiminse gelsin alsin” der.
* * * * *
Selçuklu Sultanlarından biri Mevlana’yı ziyaret ederek, saltanatları arasındaki farkı sorduğunda o yüce Zat’tan şu cevabı almış:
“Senin saltanatın, gözlerin açık kaldığı müddetçe bakidir. Benimki ise, gözlerimi kapadığımda başlar.”
Zafer Derg., Mart 1988, sayı: 135, s. 34.
* * * * *
Rabiatü’l-Adviye, bir adamın yanından geçerken, kızartılmış bir koyun görür. Ona uzun uzun bakar ve ağlar.
Adam şöyle seslenir:
“Galiba yemek istediniz de ondan ağlıyorsunuz.”
“Hayır! Onun için değil! Ateşe hayvanlar ancak öldükten sonra giriyor. İnsanlar ise diri diri…”
Zafer Derg., Nisan 1988, sayı: 136, s. 11.
* * * * *
Dünyanın en büyük düşünürlerinden biri olan Mevlana, sakalları bembeyaz olmuş bir papaza sorar:
“Siz mi daha yaşlısınız, sakalınız mı?”
Papaz, sakallarının 18-20 yaşlarında çıktığını düşünerek:
“Elbette ben” cevabını verdiğinde:
“Yazık” der Mevlana, “çok yazık. Sizden küçük olan sakalınız ağarmış da, siz hala karanlıklardasınız.”
Zafer Derg., Haziran 1988, sayı: 138, s. 15.
* * * * *
Lafi uzatanlara ne yapmak lazım, diye Farabi’ye sormuşlar, söyle demiş:
“Uzun konuşanı kısa dinlemeli.”
* * * * *
Amerikalı iş adamı, Çinliyle alay ederek sormuş:
Mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ölüleriniz ne zaman yiyecek?
Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş:
“Sizin ölüleriniz koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman…”
* * * * *
Kadıköy camiinde vaaz vermekte olan Demirci hocaya “hocam” diye
sormuşlar, “at nalını evimizin kapısına asarsak uğur getirir mi?
Demirci hoca :
“Zannetmiyorum” diye cevap vermis, “o nallardan her atta dört tane var
amma, bütün gün kamçı yiyip duruyorlar…”
* * * * *
Mevlana, müridlerinden biriyle giderken, birkaç köpeğin sarmaş dolaş
uyuduklarını görür.Müridi: “Güzel bir kardeşlik örneği” der, “keşke
insanlar da
bunlardan ibret alsa.”
Mevlana, tebessüm ederek karşılık verir.
“Aralarına bir kemik atıver de gör kardeşliklerini…”
* * * * *
2. Dünya Savaşı sürerken, Londralı bir kadın, İskoçya’da oturan annesine bir mektup yazar:
“Sevgili anneciğim, Alman uçakları Londra’yı her gün bombalıyor. Bu bombardımanlar artık iyice ağırlaştı.
Kendimden çok çocuklarım icin endişeleniyorum. Bu yüzden, uçak saldırıları sona erineceye kadar çocukları sana gönderiyorum.”
Bir hafta sonra, İskoçya’daki anneden, kızına bir telgraf gelir:
“Uçakları bize gönder, çocukları sana gönderiyorum.”
* * * * *
Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez ve sık sık atışırlarmış. Bernard Shaw bir gün, bir oyununun ilkgecesine, Churchill’i davet etmiş ve davetiyeye de bir not iliştirmiş:
-“Size iki kişilik davetiye gönderiyorum.
Bir dostunuzla birlikte gelebilirsiniz. Tabii eğer bir dostunuz varsa.”
Churchill, hemen yanıtlamış:
-“Ne yazık ki o gece başka bir yere gitmek üzere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim.
Oyununuza ikinci gece gelebilirim, tabii eğer oyununuz ikinci gece oynarsa.”
* * * * *
Halide Nusret Zorlutuna, yeni hizmetçisinden şikayet ediyordu:
“Öyle ters, öyle aksi şey ki… Suratından düşen bin parça…”
Şükufe Nihal:
“Yine iyi” dedi, “Bizimkinin elinden düşen bin parça!..”
Zafer Derg., Mayıs 1996, sayı: 233, s. 27.
* * * * *
Hıristiyan din adamlarından biri, ülkemize gelerek küçük bir çoçuktan kendisine o şehirdeki kiliseyi göstermesini ister. Kiliseye ulaştıklarında papaz:
“Aferin çocuğum” der, “Yarın buraya gel de, sana cennetin yolunu göstereyim.”
Çocuk, papazın niyetini sezerek:
“Kilisenin yolunu dahi bilmiyordunuz” diye cevap verir,”Cennetin yolunu nasıl bileceksiniz ki?”
Zafer Derg., Şubat 1988, sayı: 134, s. 14.
* * * * *
Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği subaylardan biri huzuruna gelip:
“Üçyüz bin kişilik düşman ordusu bize çok yaklaştı” der.
Alpaslan da hiç önemsemeyerek şöyle karşılık verir:
“Biz de ona çok yaklaştık.”
Zafer Derg., Şubat 1988, sayı: 134, s. 14.
* * * * *
“Ya Behlül, emr-i hak vuku bulduğunda seni nereye gömelim?”
“Ahiret her yerden aynı uzaklıktadır” demiş, “istediğiniz yere gömebilirsiniz.”
* * * * *
Neyzen Tevfik’e sormuşlar:
“Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?”
Neyzen şöyle cevap vermiş:
“Ben hırsız mıyım ki, çaldığım zaman neşeleneyim?”
Zafer Derg., Kasım 1997, sayı: 251, s. 17.
* * * * *
Süleyman Nazif, hiç sevmediği bir yazar için Abdullah Şinasi’ye sormuş:
“Arkadaşınız Fransızca bilir mi?”
“Evet bilir!”
Süleyman Nazif gülümsemiş:
“Türkçe bilmiyor da, acaba başka bir dil biliyor mu diye merak ettim…”
Zafer Derg., Kasım 1997, sayı: 251, s. 17.
* * * * *
Reşat Nuri, Paris’teyken oldukça lüks bir otelde kalıyormuş. Bir sabah erkenden zili çalmış, fakat uzun süre kimsecikler gelmemiş. Neden sonra bir garson gleip:
“Zili siz mi çaldınız efendim?” dediğinde şöyle karşılık verir:
“Evet! Ben çaldım. Biraz daha gelmeseydiniz, öldüğünüzü sanıp çan çalacaktım!”
Zafer Derg., Ağustos 1997, sayı: 248, s. 21.
* * * * *
Mahkemede hakim, Necip Fazıl’a nasihat ederken:
“Bak dostum, seni bundan böyle bir daha huzurumda görmeyeceğim, değil mi?” der.
Necip Fazıl, hayretli bir ifadeyle sorar:
“Hakim Bey, yoksa istifa mı ediyorsunuz?”
Zafer Derg., Ağustos 1997, sayı: 248, s. 21.
* * * * *
Ada vapurunun güvertesinde uludağ tepelerine bakıyorlardı. Abdülhak Hamit, Mitham Cemal’in beyaz saçlarını süzerek;
“Tepeye kar yağmış” dedi.
Mithat Cemal imayı anlamıştı:
“Öyledir ya, yüksek yerlere vakitsiz yağar!”
Zafer Derg., Ağustos 1997, sayı: 248, s. 21.
* * * * *
Einstein’a birisi gelerek,
“Görmediğim şeye inanmayı aklım ve mantığım almıyor” dediğinde şu cevanı alır:
“Siz önce akıl ve mantığınızı şu masaya koyun, ondan sonra konuşalım.”
Zafer Derg., Şubat 1997, sayı: 242, s. 38.
* * * * *
Rahmetli Nail Papatya anlatmıştı: Son hastalığı sırasında bir vesveseye yakalanmış. İçindeki ses (nefs) demiş ki, “Allah sana bu ağır hastalığı niye verdi, bak bu kadar sıhhatli ve selamet içerisinde yaşayan insan var, bula bula seni mi buldu bu hastalık?”
“Hocam, sen ne karşılık verdin?” diye sorduk. Hocamız şunları söyledi:
“O vesveseye karşılık ben de içimdeki sese ‘Bunları sıhhatli günlerimde söyleseydin ya, o zamanlar neredeydin?’ dedim.”
Zafer Derg., Haziran 1996, sayı: 234, s. 10.
* * * * *
Şahabettin Süleyman, bir gün Ahmet Haşim’e:
“Üç günden beri zihnimde önemli bir fikir saklıyorum.” dediğinde, Ahmet Haşim, onun fikir üretmekteki kısırlığını ima ederek şunları söylemiş:
“Günahtır yahu, salıver gitsin şu fikri. Zavallıcık günlerden beri tek başına kimbilir ne kadar sıkılmıştır.”
Zafer Derg., Mart 1993, sayı: 195, s. 31.
* * * * *
Asağıdaki yazı eski dünya box şampiyonu Muhammed ALi Clay’in olaylardan sonra dünya ticaret merkezini ziyareti esnasında Amerika’nın 1 numaralı haber Televizyonu CNN’nın Hıristiyan muhabiri Mc.Oneil’in sorusuna verdiği süper cevaptır:
CNN Muhabiri Mc. Oneil:
“Sn. Muhammed Ali, bu dehşetin meydana gelmesine sebep olan teröristlerle aynı dinin bir mensubu olarak neler hissediyorsunuz?”
Muhammed Ali:
“Siz..! Hitler ile aynı dini paylaşan bir mensup olarak neler hissediyorsaniz aynısını….”
* * * * *
Meşhur Fransız Romancısı Balzac çok oburdu. Birgün arkadaşlarından biri onu lokantada önünde iri bir tavuk olduğu halde gördü:
“Bunu herhalde yalnız yemeyeceksiniz” dediğinde Balzac şu cevabı verdi:
“Tabii ki hayır, bezelyeleri bekliyorum.”
Zafer Derg., Temmuz 2000, sayı: 283, s. 41
* * * * *
Diyojen, halkın dünya için sabahtan akşama kadar uğraştıklarını, büyük büyük, dayanıklı binalar yaptıklarını, çektikleri zahmet ve meşakkati gördükçe:
“İnsanlar dünyada nihayet yetmiş sene yaşayacaklarını bildikleri halde bu kadar hazırlıkta bulunuyorlar. Acaba yediyüz sene yaşayacaklarına emin olsalar neler yapmazlardı” demiş.
Zafer Derg., Şubat 1996, sayı: 230, s. 35
* * * * *
Avukat Bekir Berk, son hastalığı sırasında yatağında kıvranır vaziyetteyken içeriye giren doktor;
“Bir şikayetiniz var mı?” diye sorar.
Bekir Berk şu cevabı verir:
“Şikayetim yok elhamdülillah, sadece ıztırabım var.”
Zafer Derg., Şubat 1996, sayı: 230, s. 35
* * * * *
Cahil, fakat kendini çok beğenen bir artistle konuşan meşhur bir rejisör sorar:
“Shakespeare’i tanıyor musunuz?”
“Hayır… Fakat kendisi muhakkak beni tanır!”
Zafer Derg., Eylül 1999, sayı: 249, s. 7
* * * * *
Padişah Abdülaziz, bir gün Kazasker Mustafa İzzet’e kızarak onu vazifesinden azletmiş. Buna çok üzülen Kazasker de işi dervişliğe vurarak Cuma günleri Ayasofya’da vaaz vermeye başlamış.
Padişah, Cuma namazı için bir gün Ayasofya’ya gittiğinde, vaaz vereni görünce şaşırmış ve kendisini yanına çağırıp:
“İzzet” diye sormuş, “Ne oldu sana böyle?”
Mustafa İzzet, bir derviş gibi eğilerek cevabı yapıştırmış:
“Efendimimin hiddeti, derviş etti İzzet’i”
Zafer Derg., Temmuz 1993, sayı: 199, s. 25
* * * * *
Bir dost sohbetinde konu trafikten açılmış. Niyazi Bekki Hoca söz arasında
“Herkes ehliyetsiz araba kullanmaktan ceza yiyor, ben ise arabasız ehliyet kullanmaktan ceza yiyeceğim herhalde” demiş.
Oradakiler nasıl oldğunu sorunca, şöyle izah etmiş:
“20 senedir ehliyet sahibiyim, fakat araba sahibi olamadım.”
Zafer Derg., Ekim 1997, sayı: 250, s. 10
* * * * *
Halil Nihat Boztepe, kundura mağazına gitmiş ve bir çift ayakkabı rica etmiş. Mağaza sahibinin getirdiklerini giymeye çalışırken sormuş:
“Bunlar çok sıkıyor, başkaları yok mu?”
Ayakkabıcı:
“Yok ama, bunlar tam size göredir. İki gün sonra rahat edersiniz” der.
Halil Nihat cevap verir:
“Öyleyse iki gün sonra gelir alırım.”
Zafer Derg., Ekim 1997, sayı: 250, s. 10
* * * * *
Loyd George, feministlerin bir toplantısına katıldığında, kadınlardan biri ayağa kalkarak haykırmış:
“Eğer siz benim kocam olsaydınız, sizi tereddütsüz zehirlerdim.”
Kadının çok çirkin olduğunu gören Loyd George cevap vermiş:
“Merat etmeyin efendim. Eğer karım olsaydınız, zehiri gözümü kırpmadan içerdim.”
Zafer Derg., Kasım 1999, sayı: 275, s. 20
* * * * *
Kötü bir romancı, Copus’a yeni eserini göstererek:
“Son romanım, üstad!” der.
Copus:
“Son mu?” diye sorar, “Gerçekten son mu? Ne saadet…”
Zafer Derg., Kasım 1999, sayı: 275, s. 20
* * * * *
Yakın tarihimizde örnekleri bulunduğu gibi, kötü lakaplı devlet adamlarına eskidende rastlanırmış. Bunlardan biri olan Sadrazam Öküz Mehmet Paşa bir gün çadırında toplantı yaparken, o civarda otlayan bir öküz, kafasını çadırdan içeri sokup böğürmez mi?
Çadırdakilerin hepsi kendini tutamayıp gülmeye başlamış, fakat Sadrazam, soğukkanlılığını koruyarak:
“Öküzün içeri bakmazı, beni tanımasından dolayı idi” demiş. “Böğürmesi de, bu kadar çok eşek arasında ne aradığımı sormak içidi.”
Zafer Derg., Mayıs 1993, sayı: 197, s. 31
* * * * *
Fatih Sultan Mehmet, çocukluğunda zekasının belirtisi olarak biraz yaramazlık yapınca babası:
“Ne kadar yaramaz bir çocuksun, senden adam olmaz” diye çıkışır.
O esnada orada bulunan Akşemseddin Hazretleri hafifçe gülümseyerek:
“Peder ne der, kader ne der” der.
Zafer Derg., Mayıs 1993, sayı: 197, s. 31
* * * * *
Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile’ye hasımlarından biri:
“Efendim, kulaklarınız bir insan için büyük değil mi?”
Galile cevaplamış:
“Doğru, benim kulaklarım bir insan için büyük ama, seninkiler
bir eşek için fazla küçük sayılmaz mi?”
* * * * *
Lincoln dikkati çekecek kadar çirkin birisiymiş. Fakat o, çirkinliğini bile yeri geldiğinde espri konusu yapmaktan çekinmezmiş. Rakibi Douglas bir konuşmasında Lincoln’ü ikiyüzylülükle suçlamış. Lincoln da bir seçim konuşmasında ona cevap vermiş:
“Eğer benim Bay Douglas’ın iddia ettiği gibi iki yüzüm olsaydı, şu gördüğünüz yüzü hiç kullanır mıydım?”
Zafer Derg., Nisan 2000, sayı: 280, s. 7.
* * * * *
Dervişin birine sormuşlar:
“Mübarek Ramazan da geldi, geçti işte. Acaba memnun edebildik mi?”
Derviş gülerek cevap vermiş:
“Memnun olmasa her sene on gün önce gelir mi?”
* * * * *
Zamanın dünya boks şampiyonlarından Demisey, fildişinden yapılmış altın kakmalı çok kıymetli bir bastonu, girdiği lokantanın gardrobuna asar ve üzerine
“Bu baston, üç öküzü bir yumrukta deviren bir boksöre aittir. Cesareti olan bunu çalsın”
diye yazılı bir kart takar.
Zeki bir hırsız bastonu çalar ve üzerinde
“Bunu çalan hırsız, saatte otuz kilometre mesafe kat eden adamdır”
yazılı kartını da oraya bıkakır.
Zafer Derg., Ağustos 1999, sayı: 272, s. 31.
* * * * *
1950’lerde Amerikan Senatosunun dini lideri olan Dr. Edward Hale’ye sormuşlar:
“Senatörler için dua ediyor musunuz?”
Hale, bu soruya şu cevabı vermiş:
“Senatörlere bakıyorum ve memleket için dua ediyorum.”
Zafer Derg., Ağustos 2001, sayı: 296, s. 13.
* * * * *
Yeni yetme yazarlardan biri, Bernard Shaw’a bir mektup yazıp sormuş:
“Üstar, duyduğuma göre bir yazarın kafasını kuvvetlendirmesi için bol bol balık yemesi lazımmış. Siz ne dersiniz?”
Bernard Shaw’ın cevabı:
“Mektubunuzu başından sonuna kadar dikkatle okudun. Size her gün bir balina yemenizi tavsiye ediyorum.
Zafer Derg., Ağustos 2001, sayı: 296, s. 13.
* * * * *
Çiçero soygunculuğu ile tanınan bir avukatın da bulunduğu bir toplantıda konuşuyordu.
Onun varlığından olduğu denli, sözlerinden de rahatsızlık duyan kıskaç avukat birden ayağa fırladı ve sesinin tüm gücüyle Çiçero’ya doğru bağırdı:
“Hey sen” dedi, “Ne havlayıp duruyorsun orada?”
Toplantıya katılan kişiler tarafından da “tanınan” avukatı Çiçero, şöyle karşılık verdi:
“Ne yapayım? Bir hırsız gördüm de, onun için havlıyorum.”
Bütün Dünye Derg., Ocak 2002, s. 138
* * * * *
Dostlardından birisi, Gandolin’e gazeteye koyması için bir makale gönderir.
Yanlışlarla dolu olun bu makalesi için bir pusulaya şunları yazar:
“Sana gazeteye basman için bir makale gönderiyorum. Virgülleri bir zahmet, kendin yerleştir.”
Gandolin, pusulanın arkasına şunları yazarak iade eder:
“Bir dahaki sefere virgülleri sen gönder, makaleyi ben yazarım.”
Zafer Derg., sayı: 282, Haziran 2000, s. 9
* * * * *
Amerika’nın eski cumhurbaşkanlarından Wilson, tanıdıklarının kendisinden sık sık birşeyler istemelerine alışık olmasına karşın, yüksek rütbeli bir bürokrat arkadaşının çoğu anlamsız istekleri karşısında, öfkeye varacak denli sinirleniyordu.
Bu arkadaşı birgün, Wilson’ı yine çileden çıkaracak bir istekte bulundu:
“Ticaret Bakanlığı’ndaki bir genel yönetmen bu sabah ölmüş” dedi. “Sizce bir sakıncası yoksa, onun yerine ben geçebilir miyim?”
Wilson, uzun yıllar birlikte çalıştığı arkadaşının bu isteği karşısında sinirlendiğini belli etmemeye çalışarak, ona şöyle karşılık verdi:
“Bence hiçbir sakıncası yok bunun” dedi. “Siz onun yerine tabuta girmek istedikten sonra…”
Bütün Dünya Derg., Mayıs 2002, s. 132.
* * * * *