…
Bir yerde şöyle demişsin: “Ben gençken sıkı solcu oldum; ama Allah’a derin bir muhabbet duyduğumdan bu maya tutmadı.” Sonra Başbakan Erdoğan’a ellerinde patlıcanlı dürüm yedirdin. Ramazan’da göbeğine rağmen oruç tuttun. Ekşi Sözlük’te bazı genç arkadaşlar sana feci halde giydiriyor.
Çok damardan bir başlangıç oldu bu yahu… Ama önemli bir mevzu, olanı biteni anlatmam lâzım. Doğrudur, ben bir solcuyum, ama aynı zamanda yedi yaşından beri de kesintisiz oruç tutan bir adamım. Bunun yanısıra, bir dönem epey ses getiren “Yeni Demokrasi Hareketi”nin de kurucu üyesiyim. Ek olarak “rocker”lığım da vardır, biliyorsun eski bir rock müzik yazarıyım. Bu arada Orhan abimizi de (Gencebay) çok severim. Bunun için vaktiyle beni aforoz etmişti rock çevreleri. Şimdi kendileri Orhan şarkılarını çalıyorlar. Ben hâlâ eşitliğin, adaletin ve gelişmenin yanında saf tutan Müslüman bir solcuyum.
HELE BENİM KADAR COP YESİNLER
Hmmm, demek hâlâ solcusun…
12 Eylül darbesinin ardından İstanbul’da Basın-Yayın Yüksekokulu’na başladım. Okula Cumhuriyet gazetesiyle gelmek, bir Nazım şiirini cepte bulundurmak üç gün nezarette kalmak için yetip de artıyordu. Her türlü dayağı yedim, gözaltına da alındım… Gözlerini, Türkiye’nin çok ciddi demokratik açılımlar içinde olduğu şu son dönemde dünyaya açmış, Taksim’deki bir kafede kapuçinosunu yudumlarken, “Dönmüş len bu herif” diye kendince beni tefe koyanların azıcık daha akıllı olmayı öğrenmesi gerekiyor. Atıp tutabilmek için en azından benim kadar cop yemesi lazım meselâ. Velhasıl, günümüzdeki “tiki” modeli arkadaşların, Çisil’lerin, Berke’lerin, Çükütay’ların anlayabileceği bir dünya değildi o. Düşünce suçundan dolayı aslanlar gibi DGM’de yargılanmışım. Beraat etmişim, o ayrı.
Dönüşmek döneklik değil
Ama şöyle bir yeni gençlik modeli de yok mu: İlerici, aydın ve çağdaş kişi, eşittir ateist, müzmin muhalif, toplumla kökünden uyumsuz. Bunlar, 1970’lere ve kısmen de 80’lere damgasını vuran fosil bir bakış açısının tortuları aslında. Hayatın bambaşka cümleleri var artık. Allah’ına da inanırsın, solcu da olursun. Moskova’da içler acısı bir manzaraya tanık oldum. Kremlin Meydanı’nda, eski sistemi özleyen 30-40 yoksul insan -ki bunlar 80’li yaşlarda amcalar ve teyzeler- ellerinde Lenin resimleriyle gösteriler yapıyorlar. Rus gençleri de müstehzi ifadelerle onları izlemekteler. Onlara otuz yıl önce, “Ey millet, gün gelecek komünizm aşılacak ve siz gençlerin maskarası olacaksınız” deselerdi kim inanırdı? O insanların dâvâlarına bağlılığına da saygı duyuyorum; ama dünya değişti. O yüzden, “dönüşmek”, kesinlikle döneklik demek değildir. Döneklik bambaşka, alçakça bir şeydir ve çevremizdeki kimi hakiki dönekler, hayat tarzlarıyla bunun tanımını çok daha iyi yapmaktadır. “İnsan inandığı fikrin türlü eksiklik ve yanlışlıklarını görse bile ona körüne körüne bağlı kalır” diye bir kural yok. Bakarsınız ki inandığınız şey hayatınıza tam karşılık gelmiyor; başka bir kavrama noktası bulursunuz. Burada önemli olan, yaşadığınız dönüşümün ticarî hesapların değil ruhsal bir sancının eseri olması. Biz sayın Başbakan’la yemek yedik diye bir ikbal elde etmedik. 80’lerde de samimiydim, hala samimiyim.
…
Abdülkadir Geylani Çöpdemir
Kadir Çöpdemir’in kamuoyu tarafından az bilinen özelliklerinden biri de “adı”… Evet, yanlış okumadınız. Nüfus kağıdındaki tam adı “Abdülkâdir Geylânî Çöpdemir”… 1077-1166 yılları arasında yaşamış Gavs-ı Åzam Abdülkâdir Geylânî hazretleri, tasavvufa özgü derunî hâller ile dinin zahiri hükümleri arasındaki hassas dengeyi kurabilen nadide İslâm bilginlerinden biriydi. Çöpdemir de kendisine babasından yadigâr kalan bu güzel adın içerdiği bilgeliğe sadâkat göstermiş ve televizyon dünyasının kurallarıyla kendi iç dünyasının kuralları arasında başarılı bir denge kurmuş. “İnsan, ismiyle müsemmadır” derler ya; bu yetenekli adama da adından birşeyler sinmiş…
Kaynak: Ali Murat Güven, Yeni Şafak Gzt., 11 Aralık 2005.
Fotoğraf Kaynağı: http://www.medyaloji.net/i/h/19463_b.jpg