Kandırılanlar, Saptırılanlar, Aldatılanlar da Ceza Görecek!
Hastalandığımızda en iyi doktoru araştırıyoruz. Bir gayri menkul veya otomobil alacağımız zaman günlerce dolaşıp araştırıyoruz. Ama sıra dine gelince gidip en berbat sunumları tercih edebiliyoruz. Din adına konuşanların çoğu Kur’an yerine hikayeler, anlatımlar, din büyüklerinin sözlerini, evliya menkıbelerini, aktarımları vs. referans olarak alıyorlar. Anlatan kişinin ağlaması, kendi gözüyle görmüş gibi tasvir etmesi, fon müziği eşliğinde bunları anlatması, doğru olduğunu göstermez. Birisi din adına konuşuyorsa ondan mutlaka delili de sorulmalıdır. İslam denilince delil, mutlaka Kur’an’dan olmalıdır. Dinde peşinden gideceğimiz, tâbi olacağımız tek kişi, Rasulullah, yani vahiydir (Kur’an, Ahzab [33] 21, 66).
Biz sorumluluğu efendi, büyük dediğimiz kişilere havale eder, onların her dediğini itibar eder din diye alırsak, o zaman Rabbimiz onlar olmuş olurlar. Tövbe [9] 31 buna dikkat çeker: “Bilginlerini ve din adamlarını Allah ile aralarına koyup rab edindiler…” Bu ayet inince sahabiler bunun nasıl olduğunu sordular. Rasulullah şöyle cevap vermişti: “Gerçi onlar bilgin ve din adamlarına ibadet etmiyorlardı. Fakat onlar bir şeyi haram kıldılar mı onu haram kabul ediyorlar helal kıldıklarını da helal sayıyorlardı.”(Hadis, Tirmizi, Tefsir 10 (3095).İşte bu, onları Rabb edinmekti.
Hiç kimse, “Beni falanca saptırdı, hesabını ondan sor” diyemeyecek. Sapan da saptıran da aynı cehennemde yanacak. Hiç kimse ahirette faturayı bir başkasına kesemeyecek. Kimsenin üzerinden sorumluluk kalkmayacak. Saptırana denilecek ki, “Neden saptırdın?” Sapana denilecek ki, “Niye aklını kullanmadın? Sapmasaydın, sen araştırsaydın! “
Bu anlattıklarımızın kaynağını Kur’an’dan görelim.
Saptırılanlar ahirette şöyle diyecekler: “Biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik. Meğerse bunlar bizi yoldan saptırmışlar! Bu bizi saptıranlara azabı iki kat ver. Bunlara en büyük laneti yap.”(Kur’an, Ahzab [33] 67-68).
Cehenneme sonra giren grup, önce girenler için diyecekler ki: “Ey Rabbimiz, bizi bunlar saptırdı. Sen onlara ateş azabını katlayarak ver.”Allah da diyecek ki: “Herkesin bir payı var. Ama siz bu gerçeğin hala farkına varmıyorsunuz.”Saptıranlar ise kendilerini savunacaklar: “Sizin bizim üzerimize ne faziletiniz var ki? Şimdi kazanmış olduğunuz kötülüğün karşılığı olarak siz de azabı tadın.”(Kur’an, Araf [7] 38-39. Ayrıca bkz. Saffat [37] 28-33).
Bir kişi kâfir/ayetleri görmez birisi olarak ölürse şöyle diyecek: “Bize şu iki tipi göster: Cin ve insan şeytanlarından bizi saptıranları göster. Onları ayaklarımızın altına alalım. Onlar aşağılıklardan olsunlar.”(Kur’an, Fussilet [41] 29).Aynı akıbet bizi de beklemektedir. Bu ayet sadece Mekkeli kâfirleri ilgilendirmiyor, çünkü aynı şeyi biz de yapıyoruz. Bu ayetler Müslümanları ilgilendirmeseydi, Kur’an’da yer almazdı. Zaten bu ayetleri kâfirler değil, Müslümanlar okuyorlar. Bizim Müslüman olmamız bizi kurtarmaya yetmez. Saptırılan saptıranla alakalı bu talebi dile getirecektir. Fakat bu, bir çare olmayacaktır.
Son olarak lütfen örnek olarak bunları düşünelim ve cevabını vicdanımızla verelim:
Özellikle sabah namaz ve imsak vakitleri konusunda söylenilen farklı görüşleri hiç dikkate alıyor muyuz, yoksa birilerine körü körüne güvenip onların dediklerini mi yapıyoruz? Faiz olduğu halde fetvası var diye kredi çekiyor muyuz? Mensubu olduğumuz mezhep/tarikat/cemaat bağnazlığının dayattığı kurallar Kur’an’ın hükümlerinin önüne geçebiliyor mu? Güvendiğimiz din büyüklerinin, alimlerin sözlerini hiç Kur’an’a göre sorguluyor muyuz?
Bu önemli ayetleri bize hatırlatan Prof.Dr. Mehmet Okuyan’a teşekkürler.
Kaynak: Halıkent Gazetesi, 23 Ocak 2019.