Kerim Abdülcebbar’ın, ‘en büyük basketbolcü’ sayılmasını gerektiren birçok sebep vardır. Diğer sporcuların en çok 4-5 yıl dayanabildiği Amerikan Profesyonel Basketbol Ligi’nde tam 18 yıldır (röportajın 1987 yılında yapıldığı unutulmamalı) en yüksekte durmaktadır. Çünkü basket liginde bu kadar uzun süre kalmayı başarmanın ötesinde ‘en değerli oyuncu’ özelliğini de tam altı defa kazanmıştır. Ona ait rekorlar arasında ‘basketbol tarihinin sayı krallığı’ ve ‘en yüksek şut yüzdesine sahip bulunmak da’ vardır.
Bruce Lee’nin çok yakın arkadaşı olan Kerim’in, çelikleşmiş vücudu ile judoda siyah kuşak sahibi olduğunu biliyoruz. Ancak onun başarısını sadece sağlam vücudunda aramamak gerekiyor. Bugüne kadar keşfedilen basket atış şekillerinin en güzeli sayılan ve isabet yüzdesi inanılmaz derecede yüksek olan ‘skyhook’unu da unutmamak icap eder.
Bütün spor dünyasının dikkatlerini üzerinde toplayan bu basketbolcünün olağanüstü başarılarını, Lev Alkindor’u Kerim Abdülcebbar yapan gerçeklerde aramak gerekir. Lev Alkindor, daha 1971 yılında “Kerim Abdülcebbar” olmaya karar vermiştir. Boksör Muhammet Ali’nin ‘Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu’ olarak ifa ettiği İslam’ın sesini duyurma azim ve heyecanı, Kerim’de daha mütevazı, daha içe dönük ve iddiasız bir biçimde görülür. O, üstünlüğünü başarılarıyla kabul ettirmekte ve uzmanları şaşırtmaktadır. Böyle olduğu içindir ki, basketbolda ‘en büyük’ olduğunu kendisinden duymak mümkün olmamaktadır.
2.17’lik Kerim’i sahada en az kendi boyunda iki oyuncu tutabilmektedir. Bütün engellemelere rağmen şöyle hafif yan dönüp omzunun üzerinden aşırarak attığı çengel şutlardan % 99’ü çemberin içine düşünce, seyreden herkes ister istemez ayağa fırlamaktadır.
Amerika’da bulunduğu sırada, uzun çabalar sonucu karaborsa bir biletle Kerim’in bir maçını seyredebilen Cengiz Çandar, böyle anlatıyor ünlü basketçiyi. Şu heyecanını ifade etmekten de kendini alamıyor:
“Bütün zamanların en büyük basketbol oyuncusunun Müslüman olmasıyla iftihar ediyorum. İstanbul’a neredeyse 12 bin mil uzaktaki Los Angeles’te, böylesine fevkalade bir sporcuyla aynı ailenin fertleri olduğumuzu hissetmek, benliğimi okşuyor. Kerim Abdülcebbar ismini, olur olmaz vesilelerle telaffuz etmekten bile hoşlanıyorum!”
Çandar’a göre, birçok zorluğa katlanarak karaborsa bilet peşinde koşmasının sebebi; ‘oyunu izlemek kadar, aynı zamanda garip ve gizli bir dayanışmanın, gizli bir direnmenin ve bir garip meydan okumanın parçası olduğu’ içindir. Muhakkak ki, Kerim de sahaya bu duygular içinde çıkarak, inanılmaz üstünlükteki oyununu sergilemektedir.
Sahada bilge tavrı ve asaletiyle herhangi bir yıldız sporcudan farklılığını her an hissettiren Kerim, Müslümanlığa giden yolu kolay bulmamış.
Şimdi bunu kendisinden dinleyelim:
Müslüman olmanıza yol açan sebebi izah edebilir misiniz?
Bu konuda uzun ve geniş araştırmalar yaptım. Küçükken çok iyi yetişmemi isteyen annem beni New York’un en seçkin eğitim yerleri olan Katolik okullarına göndermişti.
Okulda öğrendiğim bilgiler beni tatmin etmedi. Özellikle Hz. İsa peygamberle ilgili olarak söylenenlerle, yaşadığım hayat arasında bir alaka kuramadım.
Neden?
Çünkü anlatılanları bütünüyle kavramasam da, gerçekle ilgilerinin bulunmadığını hissedebiliyordum. Daha sonra öğrenilen dini bilgilerin hayattan ve gerçeklerden kopuk olduğunu anladım.
Özellikle hangi konularda?
Mesela ‘cinsiyet’ konusunu düşünmenin bile günah olduğu öğretiliyordu. Halbuki etrafımdaki dünya, insanları bu noktadan bir bataklık gibi kendine çekiyordu. Nihayet geç te olsa, günahlardan kurtulmak için hiçbir çözüm yolu göstermeyen Katolikliğin kendime göre olmadığını anladım. Çünkü bunları düşünmekten ve çözüm yolları aramaktan kendimi alamıyordum. Oysa Katolik anlayış, ‘düşünmeden tatbik et’ diyordu.
İslam’a yaklaşmanız bundan sonra mı oldu?
Evet, Hıristiyanlıktan bu şekilde gevşeyip uzaklaşınca, iyi olanla olmayanı kendi kendime araştırmaya koyuldum. California Üniversitesi’nde öğrenci olduğum sırada, Herman Hesse’nin ‘Siddhartha’ adlı eserini okuyarak, ‘İnsanın kendi değer sistemine sahip olması konusundaki mesajı’ aldım.
Size bu sıralarda en çok etki eden faktör sadece bu mu?
Elbette değil. İslam’a girişimdeki asıl önemli merhale, Macolm X’in otobiyografisini okumamla başladı. Çünkü, Malcolm X, özellikle Amerikalı zencilere çok etki eden bir hürriyet savaşçısıydı ve İslamiyet’i seçerek Malik bin Şahbaz adını almıştı.
Üç din arasındaki ayrılıkları nasıl açıklarsınız?
Aslında beni İslam’a daha da yakınlaştıran en önemli sebeplerden biri de, İslam’ın bütün eski ve ilahi kitapları, peygamberleri kabul etmesiydi. Üç büyük dini ayıran en büyük fark, son peygamber konusundaydı.
Yoksa aynı gelenek ve aynı Allah inancı bunların temelini oluşturuyordu. Her üçü de Hz. İbrahim Peygamberin dinini devam ettirdikleri için aralarında benzerlikler vardı. Ancak, inançlarını yaşamakta kişilerin kusurları ve eksiklikleri olmaktaydı, ama İslam her bakımdan üstündü.
Bu görüşe nasıl vardınız?
Başlangıçta Kur’an’ı ve hemen ardından bazı Müslüman düşünürlerin eserlerini incelemeye ve okumaya başladım. İslam’ın bütün insanları eşit gören mantıki bir din olduğunu birçok problemin çözümünde açıkça gördüm. Üstelik, insanı aldatacak bir papaz grubu da yoktu…
Hristiyanlık’tan soğumanız ve tamamen uzaklaşmanız nasıl oldu?
15. ve 16. asır kaynaklarını araştırırken bir papalık genelgesi buldum. Bu genelgede, ‘Siyahları köleleştirmek normaldir. Onları Hristiyanlaştırmak da hakkımızdır. Kölelik düzeni devam etsin!’ diyordu. Üstelik Katolik Kilisesi, köle ticaretinden belirli oranda kar payı alıyordu. Bunu öğrenmem, Katoliklikli ilgimin tamamen kesilmesine yol açtı…”
O zaman beyazlar hakkında ne düşündünüz?
İlk dönemlerde kızgın bir ırkçılık devresi yaşadım. Bunun çok etkisinde kaldım. Yaptığımın doğru olmadığını hissediyordum, ama zencilere uygulanan zulümler, beyazlara karşı düşmanlık hislerimi ister istemez körüklüyordu.
Fakat dini bilgim arttıkça İslamiyet’te ırkçılığın hiçbir çeşidine geçit olmadığını anladım.
Gerek İslamiyet’in ve gerekse sizin bugünkü durumunuz ve geleceğiniz hakkında ne düşünüyorsunuz?
Artık Kur’an’a ve Peygambere bağlı bir Müslüman olarak, dinimin kaldıramayacağı bir yükü insana yüklemediğine inanıyorum. Her bir ibadetin kolay ve faydalı olduğunu tartışmasız kabul ediyorum. Buna göre İslam, her türlü şarta uygunluk arz eden bir gerçekliği özünde taşımaktadır. Fakat ne yazık ki, dünya bundan çoğunlukla habersizdir.
Üstelik İslami davayı destekleyenler, içinde bulundukları durumlar sebebiyle İslamiyet’in güzelliklerini gözlerden uzaklaştırıyorlar. Bu durum beni gerçekten üzmektedir. Çünkü anlaşılmaz katliamlar oluyor; oradaki insanların acısını paylaşıyorum. Irkçılığın her çeşidine ve siyasi taraftarlıklar İslam’ın mantık ölçülerine sığmıyor.
Alkindor, İslamiyet’i seçerek Kerim adını aldığını açıkladığı zaman yer yerinden oynamış ve Amerikan kamuoyu, savunageldiği hürriyet ve laiklik ölçülerini unutarak büyük tepkiler göstermişti. Fakat o, uzun araştırmalar sonucu aldığı bu karardan hiçbir zaman pişmanlık duymadı. Daha birkaç ay önce, Amerika’da birçok Müslümanın katılmasıyla gerçekleştirilen ‘İslam, barıştır!” yürüyüşüne katılarak vakarlı tavrıyla dikkatleri çeken Kerim, başka sporseverler olmak üzere, bütün insanları İslam’a çağıran çok manalı bir abide gibiydi…
Kaynak: Vehbi Vakkasoğlu, Zafer Derg., Ocak 1987, sayı: 122, s. 10-11.
Fotoğraf Kaynağı: https://i4.hurimg.com/i/hurriyet/75/750×422/61b57d024e3fe010707f8364.jpg