“Keşke Müslüman Olmasaydık!?” (Eski Türklerin Kadına Verdikleri Değer)
Yaklaşık yirmi yıl önce yanıma bir kız öğrenci gelip, “Keşke Müslüman olmasaydık!” dedi. Öğrenciye böyle düşünmesinin sebebini sorduğumda bana şöyle cevap verdi:
“Biraz önce tarih dersinde eski Türklerin kadınlara verdikleri değeri öğrendik. Eski Türkler kadınlara çok çok iyi davranıyorlarmış. Fakat Türkler Müslüman olunca değerleri düşmüş ve bu hale gelmişler!” Acaba gerçekten de kadının değeri niye bu hale ‘düştü?’ Bunun cevabını vermeden önce eski Türklerde kadının konumuna dair bazı güzel uygulamaları hatırlayalım.
Türk Töresine göre bütün toplumsal işlerde kadının erkekle beraber bulunması şarttı. Hatun devlet idaresinde Hakanla aynı haklara sahipti. Fermanların muhakkak surette ‘‘Hakan ile Hatun buyurur ki…’’ diye başlaması lazımdı. Sadece ‘‘Hakan buyuruyor ki!’’ diye başlayan fermanların hükümleri, bazı yerlerde yerine getirilmezdi. Hatun, Hakan’ın solunda oturur; siyasi konuşmalarda, elçilerin kabullerinde hazır bulunur ve savaş meclislerine katılırdı (Gülçin Çandarlığolu, Türk Destan Kahramanları, 64).
Kadınlar ev işlerinden başka meyve toplayıcılığı, avcılık, çiftçilik, sürü sahipliği, savaş, ulusal ziyafet ve toplantılara, şölenlere (Moğolca: Ziyafet) ve kurultaylara girmek gibi birçok etkinliklere katılıyorlardı. Bu etkinlikler, kadının hukukça yüksek, özgür ve serbest olmalarını sağlıyordu (Ziya Gökalp, Türk Uygarlığı Tarihi, haz. Yusuf Çotuksöken, İnkılap Yay., İstanbul 1991, s. 104). Ziyafetlerde kayın ağacından yapılmış taslar içinde sunulan kımız (kısrak sütünün mayalanmasıyla yapılan az alkollü, ekşi bir içecek) ikramına, önce kadınlardan başlanılırdı.
1300’lü yılların ilk yarısında Türk Ülkelerini dolaşan ünlü seyyah İbn-i Batuta, Kıpçak Türkleri’nin kadına verdiği değeri ve kadının toplum içindeki yerini şöyle özetlemektedir: ‘‘Bu ülkede gördüğüm ve beni epeyce şaşırtan tutumlardan birisi de, buradaki erkeklerin kadınlarına gösterdikleri aşırı saygıdır. Bu memlekette kadınlar, erkeklerden daha üstün sayılırlar.’’ (İbn-i Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, haz. İsmet Parmaksızoğlu, 1000 Temel Eser Serisi, İstanbul 1975, s. 79-80’den naklen: Necdet Sevinç, Eski Türkler’de Kadın ve Aile, 64-65).
Cinsiyet ayrımının hiçbir zaman yapılmadığı eski Türklerde kadın, hukuk bakımından erkekle eşitti (Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, II, İstanbul 1974, s. 289). Kız ile erkek arasında ayrım yapılmazdı. Türklerde kız çocuğu, evin başı, evin yakışığı idi. Eve gelen gelin, evi aydınlatan bir ateş olarak görülürdü (Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Vakfı Yay., İstanbul 1988, s. 250, 254’den naklen: Seyfullah Kara, ‘‘Tarihi Süreç, Kur’an ve Hz. Peygamber Açısından Kadın,’’ 263).
Babadan sonra aileyi, anne temsil ederdi. Bunun için annenin yeri, diğer akrabalarından ileri olurdu. Babanın ölümü hâlinde, miras anneye düşer, çocukların vâsisi (yetimin malını yöneten) de o olurdu (Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 169; Necdet Sevinç, Eski Türkler’de Kadın ve Aile, 48, 74; Seyfullah Kara, ‘‘Tarihi Süreç, Kur’an ve Hz. Peygamber Açısından Kadın,’’ 263).
Eski Türklerde harem yoktu… Ziya Gökalp, bazı aile reislerinin fetihlerle zenginleştiklerini, tek kadınla yetinmez olduklarını, esirlerden ve tebaalardan (uyruklardan) güzel odalıklar edinmeye başladıklarını yazmaktadır. Ancak töre bu tür evliliği yasal kabul etmediği için, eski Türkler ikinci kadına kuma adını vermişler, hatun dememişlerdir (Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, II, İstanbul 1974, s. 212, 255). Türk destan kahramanlarının tümünün tek eşi vardır (Laszio Rasonyi, Tarihte Türklük, Türk Kültürü Araştırma Enst. Yay., Ankara 1971, s. 57’den naklen: Necdet Sevinç, Eski Türkler’de Kadın ve Aile, 79, 81).
Türk destan ve efsanelerinde kız evlada sahip olmak, diğer bazı kavimlerde olduğu gibi bir felaket ve onursuzluk değildir… Dede Korkut Oğuznameleri’nde, bir kız evlat babası olmak için, Oğuz Beyleri’nin duasına başvuran kimseler vardır:
‘‘(Bay Bican Bey): ‘Beyler! Benim dahi hakkıma bir dua eyleyin. Allah-ü Teala bana da bir kız vere!’ dedi. Oğuz beyleri el kaldırdılar, dua eylediler. ‘Allah sana bir kız vere.’ dediler.’’ (Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, II, İstanbul 1974, s. 301’den naklen: Necdet Sevinç, Eski Türkler’de Kadın ve Aile, 27).
Türk destan kahramanları, iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemişlerdir. Tuğrul Bey, İbrahim Yınal tarafından Hemdan’da kuşatılınca, eşi Altuncan Hatun, Bağdat’ta derhal devlet idaresini eline almış, şüphelendiği devlet adamlarını tutuklatmış ve ordunun başına geçerek Tuğrul Bey’i kurtarmıştır (Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul 1969, s. 90’dan naklen: Necdet Sevinç, Eski Türkler’de Kadın ve Aile, 36-37).
Oğuz Destanı’nda, ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği (kızgın demirin gözlere yaklaştırılıp bekletilerek gözlerin kör olmasının sağlandığı) ifade edilir (Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı, İstanbul 1972, s. 66).
Türkler İslam’a Girince Mi Kadının Değeri Düştü?
Eski Türklerin hatası, Arap toplumunda yaşanan İslam’ı, gerçek İslam zannederek kadınların haklarını yavaş yavaş ellerinden almaları olmuştur. Kendilerine örnek aldıkları Araplarda kadının değeri, saygısı neredeyse hiç yoktu. Bu insanlar kadınlara hiç de iyi davranmıyorlar, bunu da gayet normal görüyorlardı. Hatta Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın deyişiyle, “Türk kültüründe kadın dövme, Araplardan gelmiştir.” Eski Türkler İslam’ı Arap geleneğinden değil Kur’an’dan öğrenselerdi, kadınlara verdikleri eşsiz değeri devam ettirmelerinde bir sakıncanın olmadığını zaten göreceklerdi.
Rasulullah Kur’an ve kendi örnek yaşantısı (Üsve-i Hasene) ile kadınların değerinin ve konumunun artmasında büyük devrimler yaptı. Fakat Rasulullah vefat edince kadın hakları alanındaki kazanımların neredeyse hepsi tekrar ellerinden alındı. Abdullah ibn Ömer’in (Hz. Ömer’in oğlu) sözleri bunu ortaya koyan en önemli göstergelerdendir: ‘‘Biz, Peygamber zamanında hakkımızda bir şey, bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara söz söylemekten (haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan) sakınırdık. Ne zaman ki, Peygamber vefat etti, biz de artık onlara karşı çok (kırıcı ve yıkıcı) sözler söyler olduk ve onlar hakkında kusurumuz arttı.’’ (Buhari, Nikah 80, 81 (117).
Kadınların elde ettikleri kazanımlar fitne gerekçesi, Rasulullah’ın vefatından çok kısa bir süre sonra uydurma hadisler, menkıbe ve kıssalar ile ellerinden alındı. Kadınlar eski cahiliye dönemindeki eski berbat konuma düşürüldüler. Dolayısıyla eski Türklerde kadının konumunun kötüye gitmesinin suçu asla Müslüman olmaları değil, İslam’ı Kur’an yerine geleneksel anlayıştan öğrenmeleri olmuştur. Bu geleneksel anlayış nedeniyle kadınların durumu günümüzde bile çok kötü durumdadır. Zaten Kur’an ile geleneksel anlayış arasında dağlar kadar fark vardır. Çözüm, Rasulullah’ın yaptığı gibi, inandığımız değerleri Kur’an’ı temel alarak inşa etmektir!