Kuranı Okumak ve Seslendirmek Arasındaki Fark
“Kur’an okumak” ifadesi çokça yanlış kullanılmaktadır. Okumak eyleminin tanımında, bir yazıyı meydana getiren harf ve işaretlere bakıp bunları seslendirmek varsa da, düşünceyi anlamak da vardır. Dolayısıyla her ne kadar bazılarımız Arap alfabesini bildiği için Kur’an’ı aslından okusa da, yaptığımız şey aslında tam anlamıyla okumak değil, seslendirmektir. Çünkü okumak için, anlamak da gerekir.
Okumak ile seslendirmek arasındaki farkın daha iyi anlaşılması için şöyle bir uygulama yapalım:
Lütfen bu metni okumaya çalışın. Metin bildiğimiz harflerle yazıldığı için, lisan farklı olduğu halde, yavaş da olsa okuyabiliriz.
In nome di Allah, il Compassionevole, il Misericordioso. La lode [appartiene] ad Allah. Signore dei mondi. Il Compassionevole, il Misericordioso. Re del Giorno del Giudizio. Te noi adoriamo e a Te chiediamo aiuto. Guidaci sulla retta via. la via di coloro che hai colmato di grazia , non di coloro che [sono incorsi] nella [Tua] ira , né degli sviati. Nella recitazione liturgica si aggiunge. |
Lisan İtalyanca olduğu için metni okumuş olsak da yaptığımız şey, seslendirmektir. Çünkü bir şey anlamadık. Yaptığımız şey, sadece seslendirmek oldu. Oysaki seslendirdiğimiz bu İtalyanca metin, hepimizin bildiği Fatiha’nın o lisandaki çevirisiydi!
Şimdi de, eğer Arap Alfabesini biliyorsanız, lütfen bu metni okuyun. Aşağıdaki metin Türkçe fakat, Arap yani Osmanlıca harflerle yazılmıştır. Eğer okuyamadıysanız en sona Türkçe okunuşu ters bir şekilde yazıldı.
Bu Arap/Osmanlıca harfleri okudukça seslendirdiğiniz metni anladığınızı fark edeceksiniz. Kast ettiğimiz de zaten budur. Çoğumuzun yaptığı şey Kur’an’ı okumak değil, seslendirmektir. Kur’an seslendirilse de, okunsa da yapılan eylem değerlidir. Ama hedeflenen şey, Kur’an’ı anlamak ve onu hayat rehberi haline getirmektir.
Kur’an’ın Arapça olmasının sebebi, Hz. Muhammed ve ilk muhatapların Arap olmasından dolayıdır. Çünkü her Nebi, kendi milletinin lisanı ile gönderilmiştir (İbrahim suresi 4. ayet). Zaten her lisan da Allah’ın varlığını anlatan bir delildir (Rum suresi 22. ayet). Vahiy için tek lisan Arapça olsaydı her kutsal kitap bu lisanla gelirdi. Oysaki mesela Tevrat İbranicedir. Arapçanın mübarek bir lisan olduğu veya cennette Arapça konuşulacağı şeklindeki söylentilerin Kur’an’dan herhangi bir dayanakları yoktur.
Dolayısıyla Kur’an’ı anlamak için Arapça bilme zorunluluğu yoktur. Arapça bilme zorunluluğu, din bilimleri alanında çalışmak, bu konuda ilerlemek isteyenler için vardır. Ortalama bir Mü’min’in faydalanabileceği yüzlerce Kur’an çevirileri de zaten mevcuttur. Elbette her çeviri tam ve doğru olmayabilir. Bundan dolayı en iyi yöntem bu mealleri, karşılaştırarak okumaktır.
Biz örneğin bir cep telefonu alırken danışıyor, araştırıyor, karşılaştırıyoruz. Ama ne hikmetse dini bir konuda duyduğumuz bir söylenti, okuduğumuz bir bilgi bizi dinden soğutabiliyor. Oysaki o bilginin doğru olup olmadığını sorgulamalı, başka kaynaklar veya çevirilerle onu karşılaştırmalı ve doğrusunu öğrenmeliyiz.
Bizim anadilimiz Arapça olmadığı için Kur’an’ı anladığımız dilde okumalı, onun üstünde düşünmeliyiz. Çünkü hidayet ve rehber olduğu belirtilen Kur’an (Nahl suresi 89. ayet; Yusuf suresi 111. ayet) ancak anlaşılır ve üzerinde düşünülürse bu görevi yerine getirebilir. Namazda okuduğumuz Arapça duaların Türkçe okunmasından bahsetmiyoruz.
Bahsettiğimiz, namaz dışında elimize Kur’an’ı alıp okumaktır. Elbette namazda okuduğumuz Arapça duaları önceden seçip, anlamlarını öğrenirsek, kıldığımız namazlarımız çok daha anlamlı ve verimli olacaktır.
Kur’an’ı anlayarak okuduğumuzda, ondaki mesajlar ve ilkeler nedeniyle hayatımıza daha fazla çeki düzen vereceğiz. Dinimizin buyruklarını bazı hocaların veya dindarların anladıkları veya saptırdıkları şekilde değil, direkt birinci kaynaktan öğrenmiş olacağız.
Bu nedenle dinimiz ve kitabımızı anlamak için lütfen emek verelim, çaba gösterelim. Aksi takdirde bazılarının anlayış ve sömürülerini din zannederek hem dünyamızı hem de ahiretimizi mahvedebiliriz.