Eski Türkler’de renk, çiçek, ot, meyve, tüy, taş hemen hepsinin bir mânası ve özel bir maksadı vardı. İşte böylece mürekkep kullanmadan küfür, azar, sevgi, dostluk hatta haberlerle dolu mektuplar gönderebiliyorlardı.
Alaca: Çalış beni alınca.
Armut: Ver bize bir umut.
Ayine: Gel benim evime.
Bakla: Al beni sakla.
Biber: Bize yok mu bir haber.
Çala: Ben ağlarım, sen de ağla.
Çıra: Aşkınla oldum çıra.
Çini: Kaldır aradan kini.
Çuha: Üstüne bulundaha daha.
Düğme: Gayriye gönül verme.
Fındık: Biz size sığındık.
Fincan: Bağışla bize can.
Gül: Ben ağlarım, sen gül.
Hasır: Olayım sana esir.
Hilal: Kendi elinle canımı al.
İbrişim: Nedir bize bu hışım?
İnci: Sensin güzellerin genci. Niçin sevmezsin benim gibi genci.
Kadife: Etme kimse ile latife.
Kağıt: Bayılırım saat saat.
Kalay: Seni sevmek kolay.
Karanfil: Karanfilsin kararın yok, gonca gülsün tımarın yok.
Ben seni çoktan severim, senin benden haberin yok.
Kömür: Ben öleyim, size ömür.
Lahana: Bulma bize bahane.
Lüle: Sana oldum köle.
Mazı: Biz ettik niyazı.
Mercan: Feda olsun bin can.
Midye: Gönderme bize hediye.
Mor: Görme bizi hor.
Nişasta: İşittim yarim hasta.
Örümcek: Severim seni ölünceye dek.
Pembe: Gönlün kimde?
Pul: Derdime derman bul.
Sabun: Derdinden oldum zebun.
Saç: Başımasın tac.
Sakız: Biz müstehakız.
Şeker: Canım seni çeker.
Sırma: Gözünü benden ayırma.
Sirke: Bizi esirge.
Sümbül: Ben ağlarım, sen gül.
Tarçın: Çekerim aşkın. Sen gel, ben çekeyim senin harcın.
Tel: Ölüyorum tez gel.
Ud ağacı: Gönlümün ilacı.
Üzüm: Benim iki gözüm.
Yağlık: İsterim Allah’tan sağlık.
Yonca: Severim seni ölünce.
Kaynak: Lady Montagu, Türkiye Mektupları, 119, 120; Edward Raczynski, 1914’de İstanbul ve Çanakale’ye Seyahat, s. 120, 201-202.