Muhammed (as) Sara (Epilepsi) Hastası mıydı?
Prof. Dr. Ahmet Lütfi Kazancı
Mekke halkının Hz. Peygamber’e –nübüvvetin gelmesinden sonra- yakıştırdığı sıfatlardan birisi ‘cinnet’ idi. Onlar bu iftirayı bir defa söyleyip geçmemişler, üzerinde ısrarla durmuşlardı… ‘Mecnundur diyelim’ diyenlere Velid bin Muğire, “Hayır o bir mecnun değildir. Biz cinnet ve cünunun ne olduğunu tecrübeyle bilen insanlarız” dedikten sonra şu soruyu sormuştur: “Siz onda, mecnun insanlarda görülen çırpınma ve boğulma, saçma sapan anlaşılmaz sözler söylemek gibi davranışlar gördünüz mü?” (İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I, Mısır 1936, s. 289; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Beyrut 1966, III 61). Bu soru mecnun kelimesinin Hz. Peygamber hakkında ‘masru’ (saralı) anlamına kullanıldığını göstermektedir.
Sözlük anlamı itibariyle ‘yere vurmak, yere atmak’ demek olan sara kelimesi, nöbet hali gelen hastanın yere düşüp kendinden geçmesi sebebiyle bu hastalığın ismi olmuştur (Zebidi, Tacu’l-Arus, V, Daru’s-Sadr bty., s. 411).
Hz. Peygamber’in hayatında sara hastalığıyla ilgili tek haber, siyah tenli, uzun boylu bir kadınla ilgilidir. Rasulullah’a gelir ve iyileşmesi için dua etmesini ister. Sabredip cennete girmek ya da hastalıktan kurtulmak arasında serbest bırakılan kadın sabretmeyi tercih eder. Ancak düştüğü zaman edep yerlerinin açıldığını bildirerek, açılmaması için dua etmesini ister ve bir daha düşünce açılmaz (Buhari, Merda 6, VII, 4; Müslim, Birr 54, IV 1994).
Sara (Epilepsi) nöbeti geldiği sırada hastanın sürdürmekte olduğu aktiviteyi aniden kestiği görülür. Adeta bir heykel görünümü alır. Gözler yukarıya doğru döner ve göz kapakları saniyede üç frekansla titremeye başlar (Sami Gürün, Nöroloji, Ankara 1975, s. 676; Nedim Zenbilci, Sinir Hastalıkları, İstanbul 1979, s. 369; Nurten Meriç, Pediatri Bilgileri ve Ayırıcı Tanı, U.Ü. Basımevi 1983, s. 669). Konuşma da dahil olmak üzere bütün aktiviteleri kesilir (Nurten Meriç, Pediatri Bilgileri ve Ayırıcı Tanı, U.Ü. Basımevi 1983, s. 669). Nöbet sonlandığı sırada hasta, yapmakta olduğu işe bıraktığı yerden devam eder. Nöbetle ilgili hiçbir şeyi hatırlamamakta fakat nöbet geçirmiş olduğunu bilmektedir (Nedim Zenbilci, Sinir Hastalıkları, İstanbul 1979, s. 369). Hasta ani ve kısa şuur kaybını aradaki boşluktan idrak eder. Bu esnada çevresindeki aktivitedeki bir anlık duraklamayı fark ederler (Ayhan Songar, Psikyatri ve Ruh Hastalıkları, İstanbul 1980, s. 483). Nöbet sırasında hasta göremediği, işitmediği yani psikolojik anlamda bir bakıma yok sayılacağı için bu çeşit nöbetlere Absens nöbetler de denir. Kesin olan sonuç, saranın en hafif şeklinde bile bilinç kaybının söz konusu olmasıdır (Nedim Zenbilci, Sinir Hastalıkları, İstanbul 1979, s. 365; J.A. Brown, Tıp ve Sağlık Ansiklopedisi, çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul 1985, s. 467). Hastalığın hafif şeklinde bulunmayan şuurun (bilincin) şiddetli şeklinde de bulunmaması en tabii sonuç olmalıdır.
Hz. Peygamber, kendisine Hira Dağı’nda ilk defa vahyin gelişini anlatırken meleğin geldiğini ve kendisine ‘oku’ emrini verdiğini, “Ben okuyan bir insan değilim” demesi üzerine kucaklayıp takati kesilecek, kemiklerinin birbirine girdiğini hissettirecek (Buhari, Bed’ü’l-Vahy 3), öleceğini zannettirecek (İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I, Mısır 1936, s. 252; Beyhaki, Delailü’n-Nübüvve, II, Beyrut 1985, s. 147) derecede sıktığını, sonra bırakıp tekrar oku dediğini anlatır. Oku emri ve alınan cevap üzerine kucaklayıp sıkıştırma işi üç defa olmuş, melek dördüncüde “Yaratan Rabinin adıyla oku…” diyerek Alak suresinin ilk beş ayetini okumuştur (Buhari, Bed’u’l-Vahy 3; Müslim, İman 252).
Görüldüğü gibi bu olayda Hz. Peygamber’de asla şuur kaybı yoktur. Meleğin verdiği emri, kendisinin cevabı, emir ve cevabın ve buna bağlı olarak sıkıştırma olayının üçer defa vaki olduğunu haber verdiği gibi melek tarafından okunan ayetleri de tamamen hafızasında tutmaktadır. Halbuki kendisi mana ve melekut alemiyle ilk defa tanışmaktadır.
Hz. Peygamber bir defasında minberde oturup konuşma yaparken biri gelip “Ey Allah’ın Peygamberi, hayır olan şerri getirir mi?” şeklinde bir soru sormuştu. Soruyu Hz. Peygamber’in cevaplandırmaması üzerine adamın yanındakiler bu durumu yadırgadıklarını ifade eden sözler söylemişlerdir. Ancak Hz. Peygamber’e o anda vahiy geldiği anlaşılmıştır. Vahiy halinin sıyrılmasından sonra Hz. Peygamber alnında biriken terleri silmiş ve “Soru soran nerede?” demiştir. Olayı anlatan adam der ki, Hz. Peygamber’in sesinde, adamı, sorduğu sorudan dolayı takdir eden bir eda vardı. Daha sonra Hz. Peygamber, “Hayır olan şer getirmez” diye başladı ve açıklama yaptı (Buhari, Zekat 47).
Saranın, ‘Grand Mal (Büyük Hastalık)’ adı verilen büyük nöbet şekline gelince, vakaların % 50’sinde tipik bir nöbetten önce ‘aura’ denilen ve kişiye özgü nöbet öncesi bir duygu belirir (Vücudun belli bir yerinde ağrı, tuhaf kulak çınlamaları, titreme, arı vızıltısı, ıslık sesi, makine gürültüsü, zil çalması gibi sesler; hoş olmayan yanık lastik, çürük yumurta gibi tanımlanan fena kokular belirir (J.A. Brown, Tıp ve Sağlık Ansiklopedisi, çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul 1985, s. 486; Kamuran Kumral, Nurcan Özdamar, Nöroloji Nöroşirürji, İzmir 1992, s. 323, 324). Bundan sonra ‘cri epileptique (epileptik çığlık) ile hasta, birdenbire bir kütle-i gayri müteessire gibi bilinçsiz olarak yere düşer. Bu, düştüğü yeri seçmeden, adeta dibinde kesilen ağacın devrilmesi gibi şiddetli ve ani bir düşüştür. Önünde ateş, su vesaire bulunsa bile kendini koruyamaz. Başı yarılır, boğulur, yanar. Derhal kendinden geçer (Mazhar Osman, Akıl Hastalıkları, İstanbul 1928, s. 358; J.A. Brown, Tıp ve Sağlık Ansiklopedisi, çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul 1985, s. 468; Sami Gürün, Nöroloji, Ankara 1975, s. 673). Hasta nadiren aurasını (başlangıçta hissettiği esinti) sebebiyle nöbetin geleceğini hissedip kendini emniyete alabilir (Mazhar Osman, Akıl Hastalıkları, İstanbul 1928, s. 358; Ayhan Songar, Psikyatri ve Ruh Hastalıkları, İstanbul 1980, s. 486).
Hz. Peygamber 40 yaşında iken başlayan vahiy bazen her gün, bazen haftada, 15 günde, hatta bir aylık aralıklarda olmak üzere hayatının sonuna kadar devam etmiştir. Bu uzun zaman içinde Hz. Peygamber’e yüzlerce defa vahiy gelmiştir. Bu kadar geniş zamana yayılan ve bu derece çok olan vahiy olaylarının hiçbirinde Rasulullah’ın yere düştüğüne ve kendini kaybettiğine dair elimizde tek rivayet yoktur.
Yere düşen hastanın vücudu kaskatı kesilir, solunum durur. Bundan ötürü de hastanın yüzü önce soluklaşır, sonra da morarır, yarım dakika sonra bu ‘tonik’ durumu ‘klonik devre’ izler. Bu devrede kol ve bacaklar ritmik bir şekilde kaskatı gevşer. Mesane ve kalın barsak boşalabilir. Hasta hiç farkında olmadan küçük ve büyük abdestini şuursuzca yapar. Bu esnada ağızdan köpük gelir. Çenenin önce açılıp sonra kapanması sonucu dilini ısırır, kanla köpük karışır. Bu durumda hastanın ölüden hiç farkı yoktur. Kesilse bile haberi olmaz (Ayhan Songar, Psikyatri ve Ruh Hastalıkları, İstanbul 1980, s. 468; Mazhar Osman, Akıl Hastalıkları, İstanbul 1928, s. 359). Kasılmalar gittikçe azalır, hasta derin bir nefes alarak sakin yatar.
Hz. Peygamber’de anlatılan durumların hiçbirisi, nübüvetten önceki hayatı da dahil olmak üzere bir kere bile görülmemiştir. Anlatılan durumda saralı bir hastanın temizlikle ilgisi rahatlıkla anlaşılacaktır.
Sara nöbeti bir uyku hali takip eder. Bu uyku 1-3 saat kadar devam eder (Sami Gürün, Nöroloji, Ankara 1975, s. 674). Bilinçsizlik devri değişik uzunlukta olabilir. Bazen hasta aniden kendine gelip nöbetten önce yapmakta olduğu işine devam eder. Fakat genellikle saatlerce süren bir dalgınlık, vücut kırgınlığı ve yorgunluk hali görülür (Ayhan Songar, Psikyatri ve Ruh Hastalıkları, İstanbul 1980, s. 486). Hasta bu durumda yorgun, sersemleşmiş ve şuursuzdur (Sami Gürün, Nöroloji, Ankara 1975, s. 674). Süresi birkaç dakikadan saatlere kadar değişkenlik gösteren bir şaşkınlık hali klasik bulgulardandır (Nedim Zenbilci, Sinir Hastalıkları, İstanbul 1979, s. 368; J.A. Brown, Tıp ve Sağlık Ansiklopedisi, çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul 1985, s. 83). Elleriyle üstünü başını çekiştirir, etrafındaki eşyaları karıştırır (Ayhan Songar, Psikyatri ve Ruh Hastalıkları, İstanbul 1980, s. 474). Bazen eliyle ayağıyla manasız, maksatsız hareketler yapar, oradan oraya gider. Pencereleri açıp kapamak, elbiseleri beceriksizce giymek ve soyunmak gibi basit ve karmaşık işler yapar (J.A. Brown, Tıp ve Sağlık Ansiklopedisi, çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul 1985, s. 85). Bulunduğu ortamdan kaçmaya kalkar, söylenilen en basit sözleri anlamaz. Etrafındakilerin ne için toplandıklarını, ne istediklerini anlayamaz. Bazen sorulan soruya tesadüfen doğru cevap verir. Fakat bir dakika sonra yine şaşırır (Mazhar Osman, Akıl Hastalıkları, İstanbul 1928, s. 362). Fakat geçirdiği nöbetin farkında değildir. Bu devrede hastaların konuşmaları anlaşılamaz. Çünkü konuşma yetenekleri bozulmuş durumdadır. Buna ‘Postikal epilepsie’ denir (Sami Gürün, Nöroloji, Ankara 1975, s. 674).
Hz. Peygamber, vahiy halinin sıyrılmasından sonra hiç vakit geçirmeden gelen ayetleri yanında bulunanlara okumuştur. Daha sonra yazı malzemesinin getirilmesini emrederek kelime kelime yazdırmış, bu ayetlerin hangi sureye ve hangi ayetten sonraya yerleştirileceğini bildirmiştir.
Bugün elimizde 606 sayfa halinde bulunan Kur’an, Hz. Peygamber tarafından pek çok sahabenin gözlerinin önünde yazdırılmıştır. Bu yazdırış esnasında bir tek ayeti hatta bir tek kelimeyi ‘yanlış yazdırmışım’ diyerek tashih etme yoluna gitmemiştir. Bundan sonra da hayatı boyunca devamlı olarak ve ezberden okumasına rağmen herhangi bir ayeti veya kelimeyi yanlış okuduğu, bir ayeti getiremediği, kekelediği, bir ayeti bitirince benzeri olan bir başka ayete geçtiği hiç olmamıştır.
Hz. Peygamber uyku bağımlısı bir insan değildir. Gelen bir vahyin verdiği yorgunlukla “kendimi iyi hissetmiyorum” diyerek yatıp uyuduğunu bildiren bir tek rivayet yoktur. Özellikle Yüce Mevla kendisine, ‘teheccüd’ adıyla bilinen bir namaz görevi daha vermiştir ki, gecenin yarısından sonra kılınacaktır. Bu ibadet sadece Hz. Peygamber üzerine farz kılınmıştır (İsra 79).
Müşrikler, Tebük yolculuğunda devesinin kaybolması ve arandığı halde bulunamaması üzerine, “burnunun dibindeki devesinden haberi yok, semavatın ötesinden haber vermeye çıkıyor” diye fitne çıkarma yolunu tutmuşlardı (İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV, Mısır 1936, s. 166). Bu ve benzeri fitneyi çıkarmaktan çekinmeyen münafıklar, Hz. Peygamber’de düşüp bayılma ve özellikle idrarını kaçırma, saatlerce süren sersemlik halleri gibi durumları gördükten sonra bunu saklamayı elbette düşünmezlerdi.
Zaten Hz. Peygamber’in şuuru hayatı boyunca sürekli yerindedir. Kendine hakimdir. Saralı hastada görülen haykırma, düşme, bayılıp kendinden geçme… gibi olayların hiçbiri yoktur.
.
Kaynak: Prof. Dr. Ahmed Lütfi Kazancı, Çeşitli Yönleriyle Nübüvvet Kavramı, Marifet Yay., İstanbul 1997, s. 117-158 (Makaleden özetlenmiştir).