İslam’ın esaslarını hayatına nakşetmeye çalışmış olan Osmanlı için ölüm, adeta olağan ve sıradan bir hadisedir. Neden öyle olmasın ki? Zaten ölüm bu meşakatli dünya hayatından bir terhis, başta Rasulullah olmak üzer bütün sevdiklerimize bir kavuşma sebebi değil midir?
Ölüm gerçi görünüşte korkunç ve dehşetlidir. Fakat İslam’ın düstur ve prensipleri ile ölümün korkunçluğu gidip, geriye rahmet ve güzel yüzü kalır. Bunun idrakinde olan Osmanlı, ölümün korkutucu tarafını mümkün mertebe gidermeye çalışmış. Osmanlı mezarlıkları insanı ürkütmez. Koyu yeşil serviler ile kabristanlar, insanı adeta bir bahçeye girmeye çağırır gibi davet eder. Cennetin sembolü ve ümit rengi olan yeşil, Osmanlının ölüm için benimsediği renktir. Sinirleri yatıştırıcılığı ile yeşil, ölünün yakınlarının hüzünlerini teskin eder.
Osmanlı öldükten sonra kendisine sevap getirecek işlere çok ehemmiyet verir. Yüzlerce çeşit işler için kurulmuş Vakıflara bakıldığında bu gayret daha iyi anlaşılır. Öldükten sonra da sevap kazanabilme gayret ve umudu bazı mezar taşlarında da ortaya konulmaya çalışılmış. Sanduka şeklinde yapılmış mezarların üstüne konulan mermere, tas veya kap şeklinde oyuklar kazınmış. Yağmur yağdıktan sonra yağmur suyu, az da olsa, bu oyuklarda birikiyor ve daha sonra kuşlar veya kediler buralardan su içerek ölüye sevap göndermeye vesile olduklarına inanırlar.
Mezar taşları Osmanlı sanatkârının elinde âdeta dile gelir. Bu taşlar, meraklı bakışlara ciltler dolusu bilgiyi seriverirler. Kimler gelmiş, kimler geçmiş. Bütün bu bilgilerin değindikleri ortak nokta, dünyanın hiçbirisine kalmadığıdır. Zaten mezar taşının vermek istediği mesaj da budur.
Mezar taşlarındaki yazılarda nice ince duygular gizlidir. Bu yazılardan, ait oldukları toplumun kültürünü ve inançlarını kolayca okumak mümkündür. Mezar taşları sembol ve yazılarıyla sadece acıklı hisleri değil, ayrıca ölümden sonraki dirilişi ve hayatı da dile getirmektedir. Cemil Meriç, mezar taşları ile ilgili şu lâtifeyi yapar: Mezar taşlarına şiir okumak güzel; taşlar ayakta dinler sizi.
Mezar taşlarının başlarında bulunan taştan kavuk, sarık ve fes gibi başlıklar ile mezar taşlarına uzaktan bakıldığında, sanki canlıymış gibi bir his uyandırır. İnsan bu kabristanlara girdiğinde kendini taş yığınları arasında yapayalnız hissetmez. Sanki, eski dostları ziyarete gidilmiş gibi bir his uyanır insanda. Kabirdekiler ziyaretçiye adeta “Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz.” şeklinde seslenirler.
Erkeklerin mezar taşlarının en belirgin özelliği başlıklarının olmasıdır. Kadınlara ait mezar taşların baş tarafı gelin duvağı şeklinde çiçeklerle süslenir. Ayrıca kadınlara has zarafet ve incelik duygusu, kadınlara ait mezar taşlarına işlenmeye çalışılmıştır. Çocukların kendilerine has sevimlilik ve şirinliğini taş ustası, taşa aktarmaya gayret etmiştir. Çocuk mezar taşları, çocuğun boyu ile orantılı olarak kısa tutulmuştur Yetişkinlerin taşları yanında daha küçük olan çocuk taşlarına bakınca, karşınızda minnacık uzvu, boyu ve şirinliği ile bir çocuğu hayal ediverirsiniz. Ölümün görünüşteki bu acımasızlığı, buluğ çağından önce vefat eden çocukların bir cennet kuşu gibi cıvıl cıvıl cennette oynadıkları inanışının hatırlanması ile bir anda kayboluverir. Bunu çocuklara ait mezar taşlarına baktığımızda da anlayabiliriz:
Hüve’l-Bâkî (Bâkî olan Allah’tır). Ben şu fânî dünyada sadece bir gonca güldüm Kaderin rüzgârları esip sallayınca dalımı Bu gani dünyanın bahçelerinden göç ettim. Cennet bahçelerinde yeniden açmak üzere
Kaynak: “Koyu Yeşil Serviler ve Kabristanlar”, Sur Derg., Şubat 1993, s. 27.