Prof.Dr. Ali Murat Daryal
Çocuklar yaşları icabı, en fazla “değer ölçüleri”, “kıymet hükümleri” kazanacak durumdadırlar. Mesela: Herkesin dost olduğu öğretilen bir çocuk, tanıdık tanımadık, dost düşman her kimi görürse ona yaklaşacak, onunla dost olmaya çalışacak ve her gördüğüne tebessüm edip gülecektir.
Aksine herkesin düşman olduğu telkin edilen çocuk ise tanıdık, tanımadık, yerli, yabancı, dost, düşman herkese ürkerek bakacak, herkesten korkacak ve bu sebeple hiç kimseye güler yüz göstermeyecektir. Daha doğrusu aldığı tesir icabı gösteremiyecektir.
Bu ve benzeri davranışların hepsi “değer ölçüleri”, “kıymet hükümleri”nin zarurî sonuçlarıdır. Tabiî bu “değer ölçüleri” “kıymet hükümleri”nin kazanılmasında sözlerle yapılmış olan bu çeşit telkinlerden başka birçok amillerin, birçok müesseselerin de aynı derecede, fakat başka şekillerde tesirleri vardır. Çocuğu etkileyen bu müessesselerin en önemlilerinden biri de Ramazan ve dolayısıyla “Oruç”tur.
Orucun hem çocuklar için çok mühim olan “değer ölçüleri”, “kıymet hükümleri”nin kazanılmasında, yani şahsiyetlerini bulmalarında, hem de büyüklerin ruh yapısı ve davranışları üzerinde birçok tesirleri vardır.
Bu yazıda bunlardan sadece Orucun çocuk şahsiyet yapısı üzerindeki tesirlerinden bahsedilecektir. ?öyle ki: Oruçlu bir çocuk evde hiç kimse yokken, yani ne anne, baba baskısı, ne polis, bekçi, jandarma… v.s. korkusu, kısacası hiç bir maddî baskı veya korku mevzubahis değil iken ve evin de kapısının kapalı olduğunu ve dolayısıyle içerde yapacağı hareketlerin hiçbirinin dışardan başkaları tarafından takip edilmesinin hiçbir şekilde mümkün olmadığını katiyetle biliyor iken ve bu şartlar altında önünde de çeşit çeşit yemekler türlü türlü meyvalar duruyor ve arada da hiçbir maddî engel mevcut değil iken kendi babasının parasıyla alınmış, kendi annesinin emeğiyle pişmiş bu yemeklere aç olduğu halde, yani içinde bunlara karşı büyük bir temayül duyduğu halde, sırf Allah korkusundan bunlara elini uzatıp alıp yiyemezken, nasıl olur da bu Oruçlu çocuk komşunun bahçesine girip oradaki meyvalara el uzatıp alır veya bunlara malik olabilmek için önüne çıkan duvar, tel, ağaç, dal v.s. yi yıkıp koparır, kırar mı?
Kısacası, bu hal, yani çocuğun evde hiç kimse yokken elini önündeki yemeklere ve meyvalara uzatamaması, bu çocuklara en büyük ihtiyaçlar karşısında bile sabredip eğilmemeyi, bir şeyi yapmadan önce kendi kendine hesap sorma ve kendi kendine hesap verme, başka bir ifadeyle kendi hareket ve davranışlarını kontrol altına alma ve devamlı olarak kontrol altında tutma alışkanlığı verir.
Başka bir deyişle bu hal, çocukların her canlarının istediğini, her akıllarına geleni yapmalarına mani olur, yani çocukları iç-güdüleriyle yaşayan yaratıklar olmakdan kurtarır. Böylece dünyadaki asî gençlerin parolası haline gelen “Ne yapayım canım istedi onun için bunu yaptım” ve benzeri cümleler toplum içinde kendi kendine taraftar bulamaz, değersiz kalır.
Yine bu hal, çocukda, yaptığı veya yapacağı işlerden mesul olma hissinin doğmasına yani, şahsî mes’uliyet fikrinin yerleşmesine sebep olur.
Başka bir ifadeyle “çocuğun evde hiç kimse yok ve kapı kilitli iken, önünde de çeşit çeşit yemekler, türlü türlü meyvalar, buz gibi sular dururken, kendisi de aç susuz iken, bunlara el uzatıp alıp yiyememesi” onda, kendisinin göremediği, fakat kendisinin yaptığı veya yapacağı her hareketi görerek hesabını sorup, cezalandıracak veya mükafatlandıracak madde-üstü bir varlığın mevcudiyeti fikrini kuvvetlendirir.
Böylece çocuk, hiçbir maddî baskı, korku olmaksızın kendisinden, uyması istenilen kanun, nizam, emir ve yasaklara gizli veya âşikâr itaat alışkanlığı kazanmış olur.
Çocuklarda, büyüklere benzeme, yani bir an evvel büyük olma arzusu, hevesi vardır. Küçük yaşta tatlıyı sevip her türlü acıdan korkan, hatta nefret eden çocuğun hiçbir tadı olmayan ve hatta ağızı zehir gibi yapan sigarayı büyük bir zevkle içer görünmesi, bir an evvel büyük olma isteğini ve hiç olmazsa büyüklere benzeme arzu ve hevesini tatmin etme gayretinden başka bir şey değildir.
Hal böyle olunca Oruç, çocuğu “Büyükler gibi oruç tutmuş olmakdan”, yani “Büyüklerin yapmış olduğu işi ayniyle ve aynı şahsî mesuliyetleri yüklenerek yapmış olmaktan” ötürü, büyüklerin arasına alarak onların safına geçirecektir. Böylece, büyüklerin yaptığı işi kendileri de yapmış olmakdan mütevellid, yani onlarla aynı mesuliyeti paylaşmış olmakdan ötürü, hem kendilerinde zaten var olan büyüklere benzeme arzu ve hevesi tatmin olmuş, hem de bu istek ve arzu, istikametini bulmuş olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken en mühim husus; çocukların büyüklere benzeme heveslerinin onlar gibi sigara içmek vs. şeklinde değil de onları kemalata götüren bir istikamette tatmini ve teşvikidir.
Bu şekilde, oruç ile bir dereceye kadar tatmin edilmiş ve esas istikametini bulmuş olan büyüklere benzeme arzu ve hevesi, diğer müsbet işlerde de büyüklere benzeme arzusunu kuvvetlendirecek, bu hareketlerin istikametini tayin edecek ve dolayısıyla çocukların diğer hareket ve davranışlarında daha ağır başlı daha vakur olmalarını, yani daha “Büyükler gibi” olmalarını temin edecektir.
Yine oruç sayesinde çocuk, bir iş günü demek olan sabahdan akşama kadar kendi şahsına ait vazifesinin mesuliyetini idrak ederek onu kusursuz, eksiksiz, kendisinden istenildiği gibi sona erdirmenin zevk ve heyecanını tadacaktır. Böylece oruç, çocuğun kendinden istenileni başkaları tarafından takip edilmeksizin kusursuz, eksiksiz, kendisinden istenildiği gibi yapma ruh gücüne sahip olmasını temin edecektir.
Oruç tutan bir çocuk, hem kendisinin, hem de kendisi gibi anne, baba ve etrafındakilerin hiçbir maddî menfaat ve çıkar karşılığı olmaksızın oruç tuttuklarının, yani aç, susuz kaldıklarının farkındadır.
Bu ise, onların zihinlerinde madde-üstü, yani para, rütbe, mevki… vs. nin üstünde bir takım manevî değerlerin varolduğunu ve her şeyin, yani maddî değerlerin, o manevî değerler için kıymet kazandığı düşüncesini doğuracaktır.
Mensub olma: Bütün insanlar ve bilhassa çocuklar kendilerinden daha kuvvetli, daha büyük bir bütüne veya bir müesseseye mensup olma ihtiyacındadırlar. Çocukların sık sık, yerli yersiz “ben filancanın oğluyum”, “filancanın torunuyum”, “annem şudur”, “babam budur”, “ağabeyim şöyle bir işde çalışıyor” ve benzeri cümleler şeklinde konuşmaları, hep toplum içinde yalnız kalmaktan, köksüz olmaktan korktukları ve dolayısıyle kendilerini köklü, sağlam bir aileye mensup kılma ihtiyacından başka bir şey değildir. Başka bir ifadeyle çocuk, zayıf benliğini devam ettirebilmek için, kendinden çok daha kuvvetli olan aile müesseseeesine dayanmak, kendini ona mensup kılmak zaruretini duymaktadır. Tabiî biraz daha büyüyünce bu, mensup olma ihtiyacı çocukta aileyi aşan, ondan daha güçlü, daha eski, daha köklü bir müessese arama zarureti doğuracaktır. Bu aranılan müessese aileden çok daha kuvvetli, çok daha eski, çok daha kalabalık millet olacaktır. Böylece çocuk, kafasında bir takım sebepler bularak kendisini içinde yaşadığı topluma, yani millete daha fazla mensup kılma gayreti içinde olacaktır. Bunun için de kendisi ile millet fertleri ve bilhassa kendi arkadaşları arasında bir takım benzerlikler arayacak ve yeni benzerlikler ihdas etmeye çalışacaktır.
Bu gerçekler ile, oruç çocuğun, bir toplumun malı olduğu, bir millete mensup olduğu fikrini takviye edip kuvvetlendirir. Başka bir ifadeyle oruç, çocukların birbirlerine benzemek, bir bütünün parçası olduklarını ispat için başvurdukları oyun, bu esnada sarfettikleri kelime ve cümleler, giyim kuşam… vs.nin üstünde bütün toplumda tam bir beraberliği temin ederek, bu çocukları benzemek istedikleri arkadaşları seviyesinden alarak, büyükler seviyesine çıkarıp onlara benzeterek bu çocuklara tek başlarına olmadıklarını, millet denilen bir bütüne mensup olduklarını ve kendilerinin de bu bütünün feda edilmez parçaları olduklarını telkin eder.
Yine oruç, kendisinden ayrılmaz olan bir takım adetleri, gelenekleriyle bu çocukların zihinlerinde örf, adet, gelenek fikrinin doğmasına hizmet ettiği gibi, adet ve geleneklerin bu şekilde yerleşmiş sağlam esaslar üzerine kurulmuş olmasıyla de bu çocukların zihinlerinde mensup oldukları milletin köklerinin asırlar öncesine uzandığı düşüncesini doğurur.
Kısacası oruç, çocuğu mensup bulunduğu milletine ve bu millet vasıtasıyla de mazisine bağlar.
Böylece çocuk, kendisini köksüz, dalsız, budaksız tek başına hissetmez ve tek başına kalmamak için de kendisini başka milletlere mensup kılma ihtiyacını ve onlara benzemek için her şeyini feda etme küçüklüğünü göstermez.
Kaynak: Tohum Derg., sayı: 55, s. 7-9; Ali Murat Daryal, Dini Hayatın Psiko-Sosyal Temelleri, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay., İstanbul 1994, s. 153-158.