Psikiyatrist Gözüyle Ateistlerin İç Dünyası
Prof. Dr. Recep Doksat (Nöropsikyatri)
Dinsiz, inançsız, kainata hakim bir kuvvete inanmayan, Allah’sız hiçbir insan yoktur. ‘Ate’ler ve ateistler dahil! Bunlar, ‘Biz Tanrı tanımayız, ateistiz’ derken, Tanrı yerine ikame ettiği başka bir şeye inanırlar. Mesela ‘Materlayistim ben’ diyor. Maddeye inanıyor. Maddenin ezeli ve ebedi olduğunu, kendi arasında birtakım kanunları bulunduğunu, tesadüflerin bu kanunlar vasıtasıyla canlıları ve diğer varlıkları ortaya çıkardığını, ölünce yok olacağımızı iddia eden bir görüş bu. Ne oluyor? Bizim Allah inancımız yerine, maddeden ve tesadüften ibaret bir kainat fikrini Tanrı gibi kabul ediyorlar. Yine bir Tanrı inancı var. Ama bizim anladığımız manada bir Allah değil bu. Belki şunu demek istiyorlar: “Biz sizin inandığınız Allah’a inanmıyoruz. Böyle bir şey yok. Bizim inandığımız başka şeydir.” O zaman Kur’an’ın tavrını takınacaksınız: “Sizin inancınız size, bizimki bize” diyeceksiniz, o kadar.
İnsanlar neden ate (Allah’ı tanımaz) olur meselesine gelince. Yaşa göre ortaya çıkabilen psikolojik gelişmeler vardır. Mesela gençlerin zaman anlayışı ile, yaşlılarınki birbirinden farklıdır. Psikanalizden ayrılarak kendi ekolünü kuran Carl Gustav Jung, bunu çok iyi işlemiştir. Hayatı bir güne benzetiyor Jung ve diyor ki; sabahleyin önünüzde uzun bir gün vardır. Elinizde, yapacağınız işlere dair bir sürü proje mevcuttur. Fakat öğleden sonra olur, güneşin batacağı vakit yaklaşmıştır. Olacak şeyler olmuş, yapılamayanların yapılmasına da vakit kalmamıştır ve başka imkan da yoktur. İnsanın içini bir karamsarlık kaplar. İnsan ömrü de böyle, diyor. Eğer güneşin tekrar doğacağına dair bir inanç, bir ümit olmazsa insanın içinde, bu akşamın kasvetini nasıl giderebiliriz? Orta yaşların sonunda erkek intiharlarının çoğunun sebebi, bu dünya görüşündeki zevaldir, sona ermedir. Yani öte alem inancı, öldükten sonra tekrar dirileceği inancı olmasa, insanın 40 yaşından sonra, ömrünün son senelerinde zihin ruh sağlığını nasıl ayakta tutarız? diye soruyor. Bu inançların ben hijyen mantal (akıl sağlığı) bakımından lüzumuna ve zaruretinin gerekliliği kanaatindeyim diyor, bir psikyatr gözüyle. Bazı insanlar, ani bir affektif, emotif şok neticesi, yani üzüntü veya heyecanla alakalı v şok uyandırıcı bir olay neticesi, bakıyorsunuz dinsizken dindar oluyor. Allah’sızken imana geliyor. Aksi de vardır. İnançlarını kaybediyor. Bütün inançları yerinde ama, üzerinde fazla düşünmemiş, mesela bir yakını vefat ettiği zaman ‘Allah nasıl kıydı benim yakınıma’ diye isyan ediyor. İnkara sapıyor. Böyle ani şoklar neticesi inanç değiştirenler olduğu gibi, uzun araştırmalar sonucunda inançlarını seçen kişiler de var. Mesela Jean Paul Sartre, ömrünü egzistansiyalizmin (varoluşçuluk) ateist kanadında geçirdi. Fakat ömrünün son senelerinde, “Ben yanıldım” diyor, “Allah var, inanıyorum” diyor. Ancak onun beraber yaşadığı Simone de Beauvoir, bunun açıklanmasını önlüyor. Zaten bu ate akımlar, daha çok Batı’da ortaya çıkıyor. Çünkü Hıristiyanlığın getirdiği Allah anlayışı, yozlaşmış bir Allah anlayışıdır. Hz. İsa hem Allah, hem baba, hem oğul. Garip bir din anlayışı. Batılı aydınlarda buhrana sebep oluyor bu. Onların çoğunun inkar ettiği Allah, Hıristiyanlığın öğrettiği Allah’tır. Nitekim, İslam’ın Allah inancını öğrenince samimi bir kalple Müslüman olanlar var. İşte Maurice Bucaille, işte Roger Garaudy. Özellikle Abdülvahid Yahya adını alan Rene Guenon.
Firengililer herkese frengi bulaştırmaya çalışır. Şimdi Aids’liler var. Onlar da başkalarıyla düşüp kalkarak, ne kadar çok kişiye hastalığını bulaştırırsa o kadar rahat edecek gibi hisseder kendisini. Ateistler de, bu inkar mikrobunu zihinlerine girmiş, yerleşmiş ve yuvalanmış tipler de, başkaları da bizim gibi düşünsün diye, kendi olumsuz imanlarını, bir frengi gibi yayma ihtiyacı hissedebilirler. Ateizm ve ateist akımlar bundan çıkıyor. Bir mesele daha var, insan bir sosyal varlıktır. Yani başkaları ile yediğini, içtiğini, zevkini, inandığını paylaşmak ihtiyacındadır. Tek başına kalamaz. “Herkes benim gibi düşünsün, benim gibi düşünmeyenlerin yanında ben rahatsızlıktan kurtulayım” der. Bunlar pek rahatsızdırlar. Allah’a, peygambere, dine inanmıyor. İnananların yanında rahatsızlık hissediyor. “Onları da inanmaz hale getirirsem, ben daha rahat olacağım” diyor. Kendi içlerinde de rahatsızlık söz konusu. Öyle olmasa fikirlerinin müdafaasına, propagandasına kalkışır mıydı? Ate olarak kalırdı. Ayıbını gizler gibi kimseye bir şey söylemezdi. Ama ateist oluyor. İşin partizanı halinde; azılı bir propagandacısı ve mücadelecisi halinde ortaya çıkıyor: Kendini rahat hissetme ihtiyacı.
Kaynak: Zafer Derg., Eylül 1993, sayı: 201, s. 16-17.
3 Comments
hahaha bizzat ateist olan bir sürü psikiyatrist gösteririm size. yazıya bakın çay demleyin 🙂
komik. 🙂
:D:D