Bitki Çaylarını Doktora Danışmadan İçmeyin
Ege Üniversitesi (EÜ) Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Bijen Kıvçak, ilaç kullanan kişilerin, bitki çayı içerken doktora danışmalarının önemli olduğunu vurguladı. Kıvçak, “En fazla tüketilen papatya ve ıhlamur gibi çayların bile çeşitli ilaçlarla etkileşimi vardır.
Örneğin, ısırgan tohumu yararlı olduğu kadar, gizli kalp yetmezliği olan kimselerde kalp krizini tetikleyici rol oynayabilir” dedi. Prof. Kıvçak, son dönemin popüler bitkilerinden ketentohumuyla ilgili de şunları söyledi: “Ketentohumu genellikle dövülmüş şekilde satılıyor. İçeriğinde yağlar ve asitler nedeniyle bu bitkinin ezildikten sonraki 2 günde tüketilmesi gerekir. Aksi takdirde ülser ve kanser gibi hastalıklara yol açar.” ( MİLLİYET, 02.10.2005)
.
Ceviz ve Gümüş İyonu
Beynimizin ihtiyaç duyduğu gümüş iyonu, meyve olarak sadece cevizde bulunmaktadır. Öğrencilerin dikkatine 😉
.
Dindarlarda Alkolik Siroz
Gelen bir yaşlı kadin hastada “alkolik siroz” teşhis etmişler. Kadın namazında niyazında olan ve belki de tüm yaşamı boyunca ağzına içkinin damlasını koymamış biri. Nedenlerini araştırınca görüyorlar ki hastanın yemeklerden sonra meyve yeme alışkanlığı var. Literatüre bakinca benzer vakaların olduğunu görüyorlar. Sorun basitçe şu: Yemeklerden sonraki yaklaşık 2 saatlik sürede yenen meyveler, alkole dönüşüyor ve karaciğerde tahribata yol açıyor. Bu yıkımın ölçüsü bünyeye ve yenen meyve miktarına göre değişmekle birlikte, az ya da çok karaciğer üzerinde mutlaka bir olumsuzluk meydana getiriyor.
.
Hapşırırken nefesini tuttu, akciğer zarı patladı!
ESKİŞEHİR’de oturan Hasan Sevgi, evde oturduğu sırada hapşırmaya başladı. Üst üste iki kez hapşıran Sevgi, hapşırırken nefesini de tuttu. Bir süre sonra göğsünde şiddetli ağrı hisseden Hasan Sevgi, yakınları tarafından Eskişehir Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne götürüldü. Hastanede yapılan inceleme sonucu Hasan Sevgi’nin hapşırma sonucu akciğer zarında patlama olduğu belirlendi.
Hastanenin uzman doktorları ise hapşırma sırasında ağızın kapatılmasının tehlikeli olduğunu belirterek, şu uyarıları yaptı:
“Hapşırırken ağzı kapatmak, nefes alma ve vermeyi zorlaştırır. Hapşırma ile birlikte kuvvetli nefes verme olur. Nefesin tutulması durumunda nefes çıkmadığı için akçiğerlerde patlama ya da yırtılma meydana gelebilir. Ani olarak basıncın artması ile akciğer zarı delinebilir. Hapşırırken insanlar kendilerini rahat bırakmalı ve sıkmamalıdır. Nefesin tutulması akçiğerde olduğu gibi beyinde de zarara neden olabilir.”(Milliyet Gzt., 09 Ağustos 2005).
.
Su İçmenin Önemi
Gündelik hayatta ihmal ettiklerimizin başında su içmek gelir. Özellikle kimimiz için eziyettir sanki o bir bardak suyu bitirmek. Ancak sağlığın korunması ve canlılığın sürdürülebilmesi için gerekli bir numaralı madde sudur. Vücudumuzun % 55-75′ lik kısmını oluşturur.
Memorial Diyabet, Kardiyoloji ve Hipertansiyon Merkezi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Aksu, suyun sağlık açısından faydalarını anlattı: Su; metabolizmanın düzenlenmesinde ve vücudumuzdaki tüm reaksiyonlarda görevlidir. Gün boyu içeceğimiz 2 lt su, enerji oluşumunu artırır ve zayıflamaya yardımcı olur, besin maddeleri, oksijeni… taşıyarak organ ve dokuları korur. Aç karnına içtiğimiz su; organizmayı zararlı toksin maddelerden arındırır.
İmmün sisteminin, görevini yapabilmesi için su gereklidir. Bu özelliği ile zinde ve dinç kalmamızda yardımcıdır.
Cildimizin; nem ve elastikiyetinin düzenlenmesinde su rol oynar. Günümüzde bayanların korkulu rüyası haline gelen selülit oluşumunun önlenmesinde de su yine ilk sırayı alır.
Emzikli kadınlarda; süt üretimini artıran en önemli sıvı sudur. Özellikle kalori oranları yüksek hazır meyve suları, gaz yapan asitli içecekler yerine su tercih edilmelidir.
Hamilelikte; suyun önemi daha da artar. Bebeğin içinde bulunduğu amnion sıvısı her üç saatte bir kendini yeniler. Yetersiz sıvı alımı ile amnion miktarı azalacağından, suya gereksinim artar.
Sıcak havalarda; vücut sıcaklığını düzenleyici olarak çalışır. Dikkat edeceğimiz nokta, yazın içtiğimiz su miktarını artırma gerekliliğidir. Bedenimiz ısındıkça terler ve su kaybeder. Bunun için su seviyesini yeterli düzeye getirmemiz gerekir. Vücut, suyu aktif olarak kullanır, depolayamaz. Bu sebeple susuzluğa dayanamayız. Vücudumuzun hiç su içmeden dayanabileceği maximum süre en uygun şartlarda 7 gündür. Sporcularda; su kaybeden vücut, yeterli sıvıyı yerine koyamıyorsa; buna tepki göstererek metabolizmamızı yavaşlatır. Suyun atımını engellemeye çalışır. Özellikle spor sonrası, ter ile atılan suyun yerine gelmesi için ; egzersiz ve yarıştan 15 dk önce 1-1.5 bardak, egzersiz ve yarış sırasında her 10-15 dakikada bir 1/2 bardak su içilmesi gereklidir.
Nasıl her şeyin fazlası zararlıysa; aşırı su içtiğimizde de bedenin atmakta zorlandığı su tutularak ödemler oluşur. Bir seferde çok fazla su içilmesi ile böbrekler zarar görebilir…
Kısaca;
-8-10 bardak suyu, gün içine dağıtarak için.
-Su içmek için susamayı beklemeyin. Unutmayın; vücudumuzun, hissettiğimizden çok daha fazla suya ihtiyacı var.
-Her öğünden 15 dk önce 1-2 bardak su için ki; 20 dakikada doygunluk mesajı alan beynimizde, bu hissin oluşumunu hızlandırın.
-Hiçbir sıvı içeceğin suyun yerini tam anlamıyla tutmadığını unutmayın…
.
Yorgun Ayaklar İçin
Akşam eve geldiğinizde, uzun süre ayakta kalmaktan dolayı bacaklarınız ağrıyorsa:
Bacaklarınızı 20-30 saniye soğuk suyun altına tutun. Ardından bacaklarınızı duvar gibi yüksek bir yere doğru kaldırarak birkaç dakika dayayın. Biraz sonra ağrılarınızın geçtiğini fark edeceksiniz.
.
Yiyeceğinizi Ellettirmeyin !
Besin Kirlenmesi:
Bir meşrubat fabrikasının ürünlerinde zaman zaman koliform bakteriye rastlanması üzerine uzmanlar konuyu incelemeye alırlar. Yapılan çalışmalar sonucu fabrikanın tüm titizliğine rağmen, bulaşmanın kapama makinesi başında, makineye kapakları yükleyen işçiden kaynakladığı görülür. Bu elemanın tuvalet ihtiyacından sonra ellerini yıkamadığını, daha sonra kutu dibinden kapakları avuçlayarak makineye verdiğini, bu nedenle binlerce şişe içerisinde birkaç yüz şişenin koliform organizma ile bulaşık olduğunu tespit ederler (Feyzullah Akben, Necati Sungur, Çevre ve İnsan Ders Kitabı, Gün Yay., s. 92-93).
——————————————————————————-
Şimdi lütfen biraz yediğiniz tostları, sandviçleri… düşünün. Ben mümkün olduğunca dışardan bir şey yememeye çalışıyorum. Şu ana kadar gittiğim tek bir büfedeki elemanın, yiyecekleri tutarken eldivenle tuttuğunu gördüm. O eliyle de kesinlikle paraya dokunmuyordu. Gerçi birçok kişi eldiven giymektedir, ama formalite icabı maalesef. Çünkü eldivenli eliyle parayı da tutmaktadır. Biliyorsunuz para da çok büyük bir mikrop kaynağıdır.
Bu bilgiyi paylaştıkça insanların da bilinçlenmesi artacaktır.
.
Yemekte ‘Alüminyum’ Tehlikesi
Alüminyum kaplarda ve alüminyum folyo kullanılarak pişirilen yiyeceklere yüksek miktarda alüminyum geçtiği saptandı.
Ondokuzmayıs Üniversitesi (OMÜ) Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sadettin Turhan, yürüttüğü bir çalışma sonucunda alüminyum kaplarda pişirilen yemeklerin sağlık yönünden sakıncalı olduğunun anlaşıldığını iddia etti.
Turhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye’de özellikle kırsal kesimlerde alüminyum kapların hala yaygın olarak kullanıldığını, alüminyum folyonun da özellikle fırında yemek pişirilirken vazgeçilmez pişirme materyallerinden biri olduğuna dikkati çekti.
Alüminyumun doğada en çok rastlanılan elementlerden biri olduğunu belirten Turhan, alüminyumun zararlı etkileri üzerine yapılan araştırmaların, fazla miktarda alınan alüminyumun başta çeşitli kemik hastalıkları olmak üzere, alzheimer gibi nörolojik hastalıklara yol açtığının, diyaliz hastaları için ise son derece sakıncalı olduğunun tespit edildiğini anımsattı.
Özellikle kırmızı ve beyaz etlerin alüminyum kaplarda ve alüminyum folyoyla pişirilmesi durumunda yiyeceklere ne kadar alüminyum geçtiğini tespit etmek için çalışma yürüttüğünü kaydeden Turhan, araştırma sonucunda yüksek ısı ve bekleme süresine bağlı olarak yiyeceklere alüminyum geçtiğini tespit ettiğini söyledi.
Turhan, yaptığı araştırmaya göre, sığır, koyun ve manda gibi kırmızı etlerin alüminyum folyoya sarılarak fırında pişirilmesi durumunda pişirme, sıcaklık ve süreye bağlı olarak etlerin pişirilmeden önceki alüminyum içeriklerinin yüzde 90 ile 400 oranında arttığını, beyaz etlerde ise bu artışın yüzde 80 ile 250 arasında olduğunu belirtti.
Etlerin içerdiği yağ miktarının da alüminyum artışını etkilediğini belirten Turhan, yağlı etlerde geçişin daha fazla olduğunu kaydetti.
Yrd. Doç. Dr. Turhan, alüminyumun bilenen zararlarını yeniden anımsatarak, “Alüminyumun toksit etkisinin zararlı olduğu yıllardan beri bilinmektedir, bu nedenle yiyeceklerin alüminyum kaplarda ve alüminyum folyo kullanılarak pişirilmesini tavsiye etmiyoruz” dedi.
Turhan, özellikle fırın yemeklerinde kullanılan alüminyum folyonun yerine yağlı kağıdın kullanılabileceğini de belirtti (Milliyet, 09 Haziran 2005).
.