Altın Ayı ödüllü Bal filmi dün (9 Nisan 2010) vizyona girdi. Yönetmen Semih Kaplanoğlu filminde çok az diyalog ve müzik kullanıyor. Gün geçtikçe sade bir sinema anlayışı benimsediğini söyleyen Kaplanoğlu “Daha saf bir dünya kurmak istiyorum” diyor.
Bal dün vizyona girdi. Nasıl bir dönemden geçti film? Yumurta’yı çekerken Bal’ın senaryosu belliydi. Bir tek nerede çekeriz düşüncemiz vardı. Süt’ü çektikten sonra Orçun Köksal’la beraber birkaç düzenleme yaptık senaryoda. Sonra mekan aramaya başladık. Ben senaryoları mekan, oyuncu, nesnelere göre de esnek bırakıyorum. Önce Batı Karadeniz bölgesine baktım. Sonunda Çamlıhemşin’de karar kıldım.
Evet, müthiş bir doğa. Filmin ana karakterlerinden biri gibi sanki. Doğa ana kahraman, evet. Orada doğanın çok bozulmamış, insanların da bu bozulmamışlık içerisinde hayatını sürdürdüğünü gördüm. Çamlıhemşin istediğime en yakın yerdi.
Yusuf’u canlandıran Bora çok iyi bir iş çıkarmış. Onu yönetmek zor oldu mu? Benim için formül onu büyük bir aktör gibi konumlamaktı. Rolü bir aktöre anlatır gibi anlattık. En çok zorlandığı kısım okuma sahnelerinde oldu. Kekeleyerek okuması gerekiyordu ama o ısrarla ‘Ben okumayı biliyorum’ diyerek kendini ispat etmeye çalışıyordu. Yusuf ve Bora başka birisi diye ayırdıktan sonra işler kolaylaştı. Çocuklar bile büyük bir özveriyle çalıştılar bizimle. Hepsine müteşekkirim, bize dayandılar.
Senaryo yazarken en çok neye dikkat ettiniz? İnsanların aklında okulla ilgili hatıralar çoktur. Ben de istedim ki herkes filmi izlerken çocukluğuna geri dönsün. Filmde o saflık ve bozulmamışlık var. Ben de sınıfta son okuyan çocuklardan biriydim, tıpkı Yusuf gibi. Büyükannemin dinle olan ilişkileri, kandil gecelerindeki o toplanmalar. Bunların da olması gerektiğine karar verdik.
Filmde baba Yakup, oğlu Yusuf. Yakup Peygamber kıssalarında bulunan diyaloglar geçiyor aralarında. Senaryoyu yazarken bu kıssalardan etkilendiniz mi? Hz. Yakup’la Hz. Yusuf’un kıssaları buradaki ilişkileri konumlandırırken önemliydi. Mesela rüya anlatma sahnesi de var filmin başında. Bu rüya faslı Yusuf kıssasında da vardır. Aslında birebir o kıssayı anlatan bir şey yapmadım. Ama kültürdeki ortak değerlerin, ortak öykülerin yer alması filmlerin daha kolay çözümlenmesinde etkili oluyor. O kıssada da biliyoruz ki, baba ile oğul arasındabir ayrılık vardır. Yakup Peygamber hep oğlunun yaşadığını düşünür, oğul da babasından kopmaz. Ben de bu ayrılığı biraz anlatmak istedim. Buradan da insanın yeryüzündeki ayrılığına vurgu yaptım. Biz de ayrıyız bu dünya hayatında. Ayrılık çekiyoruz. Birçok sorduğumuz soruların, cevapsızlıklarımızın ve huzursuz-luklarımızın sebebi Yaradan’dan ayrı olmamızdır.
Filmde bir hadise de yer veriyorsunuz, Miraç gecesi programına da, namaz sahnesine de. Türk sinemasında senelerce oryantalist bir bakışla kullanıldı tüm bunlar… Bunu bir kullanmak gibi düşünmüyorum. Yaşadığımız hayat içerisindeki realiteler bunlar. Dini dekoratif bir unsur gibi oryantalist bakışla kullanmak da doğru değil. Bizim filmlerimizde din, ölüm zamanında hatırlanır. Oysa hayatın her aşamasındadır. Hikayenin içerisinde yer yoksa zorlanarak sokulmaz elbette. Doğallığında ve varlığı içerisinde olması gerekir. Kendi hayatımda ne kadar varsa bu durum, o şekliyle filmin içine de yerleştirmeye çalıştım.
SİNEMA ALÇALTMAZ, YÜKSELTİR
Ne zaman sinemamda bunu kullanmalıyım dediniz? Dönüşüm nerede başladı? Hep vardı aslında. Ama bunları filmlerin içerisine girişi hikayelerin de gereği durumunda ortaya çıkan bir şey. Mesela biraz farklı algılanan Meleğin Düşüşü’nde dahi o kızın hayatında dine dair temas edilen noktalar vardır. Kendi hayatımda da hep vardı. Bu konudaki derinleşme, o filmlerin içerisindeki vecd duygusu, sanat eserlerinin besleneceği kaynakların daha da derinleşmesi konusunda yoğun bir şekilde düşündüğüm dönemler de oldu. Çünkü ben hayatın içerisindeki bir olgu olarak görüyorum tüm bunları. Sanatla, sinemayla, edebiyatla da bağları var. İnsanların ruhlarına hitap ettiğiniz, manevi yönü var. Ben sinemanın da sadece gözle ve kulakla ilgili bir sanat olduğunu düşünmüyorum. Daha ötesinde duygular vermesi lazım. İnsanı yükseltmesi lazım. Sinemayla uğraşan bir insanın yaptığı iş insanları yükseltmeli, alçaltmamalı.
Allah rızası için film yapıyorum diyorsunuz. Bu ne demek? Kendim için değil, başkaları için, O’nun için. Bu niyetle yürüyorum, konuşuyorum, uyuyorum. Hayatımdaki her şeyi bu niyetle yapıyorum. Film çekmeyi de elbette bu niyetle yapacağım. Siz hayatı o rızayla düşünüyorsanız, o size yol gösterir. Sinema öyle bir alan ki çok yüzeysel olabileceğiniz gibi derinleşebileceğiniz de bir yer. Sinema tamamen popüler kültür aracı değil, ruha hitap etmeli. Yaptığım filmlerde de manevi alanı açıyorum. İnsanın, kendini sorgulamasını, bu manevi alan üzerinden yapması gerektiğine inanıyorum.
Sinemanız bu bağlamda giderek sadeleşiyor mu? Evet, öyle de denebilir. Bal’da mesela bir çocuğun gözünden anlatılıyor her şey. El değmemiş bir doğanın içinde yaşayan insanları anlatmak sadeliği getiriyor. Sadelik peşindeyim sinemamda. Onun için de diyalogsuz anlatabiliyorsam bir durumu diyalog kullanmayı tercih etmiyorum. Bir düşünün, biz ne zaman konuşmayız? İşte ben o konuşmadığımız anları ve duyguları filme yerleştiriyorum. Daha saf bir dünya kurmak istiyorum. Müzik de kullanmıyorum.
Yönetmenlik derinleşmek demek Altın Ayı ödülü açıklandığında aklınızdan geçen ilk cümle neydi? Sevindim ve hamdolsun dedim. Ondan sonra da aklıma ilk gelen şey bir konuşma yapmam gerektiğiydi. ‘Ne söyleyeceğim’ diye düşünmeye başladım. Aklıma filmin çekildiği bölgede yapılmakta olan santraller geldi. Bundan söz etmek istedim. Dört sene boyunca yaptığımız çabalar, yaşadığımız sıkıntılar, sevinçler gözümün önünden geçti.
Yurtdışında ya da içinde ödül almak sizi ne kadar ilgilendiriyor? Aslında ödül veriyorlar, almıyorsunuz. Boks maçı değil bu alınacak bir şey değil yani. Bu size verilmiş bir emanet gibi. Çünkü bir sene sonra da başkası alacak. O yüzden ödül şimdi ofiste ya da evde bilmiyorum. Çünkü kendisi görüntü olarak da çok fazla ortalıkta dolaştıracağım bir şey değil. Altın Ayı nihayetinde. Ödülü kenara koyup yeni işlerimizi planlamaya başlayacağız artık.
Film yönetmek sizin için ne ifade ediyor? Film yapmak derinleşmek demek. Yaptığım işin arkasına geçip, onun kozmik olanla bağlantısını görmek. Görünenin ötesinde görünmeyene yaklaşmaya, onu görmeye ve göstermeye çalışmak.
Bundan sonrası için politik bir film çekmeyi düşünür müsünüz? Yaşadığı acıyı ve sıkıntıyı dile getiremeyen Dersimli bir komşumuzla, bunu bilmeden aynı topraklarda yaşıyorsam eğer, ben bunu bildikten sonra o insanları yeniden anlamaya çalışmanın yani bir film çekmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Başörtülü kızların okullarda okuyamaması sıkıntısının da dile getirilmesini istiyorum. Ama bunu gerçekten sahih niyetlerle yapmak lazım. Bunlar bana politik projeler gibi gelmiyor. Bu öyküleri insan odaklı ele almak istiyorum. Zaten o anlamda olduğunda gerçekten politik sayılabileceğini düşünüyorum. Çünkü sosyolojiyle sinemayı karıştırmamak lazım.
Ünlü firmalar Bal’a sponsor olmadı Bal Altın Ayı ödüllü filmimiz artık. Peki, ülkesinde gerekli yerlerden maddi destek gördü mü? Bu filmi çekmek için finans konusunda bir takım planlamalar yapmamız gerekiyordu. Bu kez Kültür Bakanlığı’nın katkısı olamıyordu. Aslında hakkımız olduğu halde oraya başvuramadık. Çünkü Yumurta ve Süt’te destek almıştık. Türkiye’de zaten filmlere destek olacak, sponsor bulmak zor. İstediğimiz para çok da değildi.
Kaynak: Aysel Yaşa, Yeni Şafak Gzt., 10 Nisan 2010.