Her zaman için Allah’ın var olduğunun farkında olmuşumdur. Onun hâzır ve nâzır olduğunu hissetmişimdir. Bazan bu his uzaklara kayıyordu; ve çoğu zaman da, onu görmezden geldim. Ama bu bilgiyi hiçbir zaman inkâr edemedim. Bundan dolayı, hayatım boyu, O’nun Planının hakikati ne diye araştırageldim. ABD’de birçok kiliseye intisap ettim. Dinledim, dua ettim, bütün farklı inaçlardan insanlarla konuştum. Fakat, bütün bunlarda, hep doğru gitmeyen bir taraf vardı, kafa karıştırıcı birtakım şeyler hep vardı; sanki kaçan, unutulan birşeyler var gibiydi. Geçmişte, birçok insanın bana “Tamam, Allah’a inanıyorum ama, herhangi bir dine mensup değilim. Bana bu dinlerin hepsi de yanlış gözüküyor” dediklerini duymuşumdur. Benim hissiyatım da, tam olarak buydu. Bununla birlikte, ilânihaye bu şekilde gitmek ve salt bunu kabullenmek istemedim. Bir Allah varsa, O bizi hiçbir istikamet tayin etmeden kendi başımıza bırakmaz, diye biliyordum- bu istikamet hakikatin çarpıtılmış bir versiyonu olsa dahi! Bir planın, bir ‘hak din’in muhakkak varolması gerekiyordu. İşte onu bulmalıydım. Araştırmamı yoğunlaştırdığım yer, sırf içinde büyüğüm şey olduğu için, Hıristiyanlığın değişik kiliseleri idi. Nitekim, onların öğretilerinin bir kısmında bazı hakikatler var gibi geldi bana. Bununla birlikte, nasıl ibadet edeceğimiz, kime veya kimin vesilesiyle dua edeceğimiz, bizi kimin ‘necat’ ve ‘selamet’e eriştireceği, kimin bize ‘necat’ ve ‘selamet’ vermekten aciz olduğu ve bir insanın ‘necat’a ermek için ne yapması gerektiği gibi temel şeylerde öylesine çok farklı görüş, öylesine çok ihtilaflı öğreti vardı ki! Hıristiyanlık bana olabildiğine dolambaçlı bir yol gibi geldi. Ondan vazgeçmenin eşiğinde olduğumu hissettim. Allah’a bizim varoluşumuzla güdülen amaca dair öğretilerinin, yani öğretiyor oldukları şeyin doğru olmadığını bildiğimden dolayı bir kiliseyi terkediyor, bir başkasına gidiyor, öylece devam edip duruyordum.
Bir gün, kitapçıda dolaşıyordum. Dinle ilgili kitaplar bölümüne göz gezdirdim. Orada büyük çoğunluğu Hıristiyanlıkla ilgili kitaplardan oluşan geniş vitrinlere gözümü dikmiş haldeyken, aklıma, İslâm hakkında birşeyler var mı diye bir göz atma düşüncesi geldi. İslâm hakkında gerçekte hiçbir şey bilmiyordum. Ve ilk kitabı elime aldığımda, merakım tamamen izale oldu. Okuyor olduğum şey, beni müthiş derecede heyecanlandırmıştı. Beni çarpan ilk şey, “Lâ ilâhe illallah,” yani “O’nun hiçbir eşi ve ortağı yoktur ve bütün dualar ve ibadetler yalnızca O’na yöneltilir” inancı idi. Bu, bana öylesine basit, öylesine güçlü öylesine direkt ve öylesine anlamlı geldi ki… böylece, bu noktadan hareketle, İslâm’la ilgili bulabildiğim herşeyi okumaya başladım. Okuduğum herşey benim için olabildiğine çok anlam ifade ediyordu. Sanki, birdenbire bu yap-boz’un bütün parçaları mükemmel biçimde yerine oturuyor ve karşıma net bir resim çıkıyor gibiydi. Öylesine heyecana kapılmıştım ki, ne zaman İslâm’la ilgili birşey okumaya başlasam, kalbim de küt küt atmaya başlardı. Sonra, Kur’ân-ı okudum. Onu okuduğumda, Kur’ân okumaya muktedir olmakla gerçekten rahmete mazhar kılındığımı hissettim. Onun, allah Resûlünün elçiliğiyle, doğrudan Allah tarafından gelmiş olduğunu anladım. Bu, o idi işte; hakikatın ta kendisiydi. Hayatım boyu Müslüman olmuş olduğum, ama şimdiye kadar bunu hiç bilmediğim gibi bir his içimi kapladı. Şimdi, bir Müslüman olarak yeni hayatıma başlayalı beri, öğreniyor olduğum şeyin saf hakikat olduğunu ve beni Allah’a daha yakın kılacağını bilmenin getirdiği bir huzur ve emniyet hissini taşıyorum üzerimde. Dilerim ki, rabbim bana olan kılavuzluğunu daim etsin. Amin.
Kaynak: çev. Metin Karabaşoğlu, Zafer Derg., Eylül 2000, sayı: 285.