Camilerin (Mescidlerin) İlginç Özellikleri
Camiler mimari olarak bir şehre İslami görünüm kazandıran, şehrin kimliğini belirleyen, İslam’ın mührünü vuran eserlerdir. İstanbul’da Süleymaniye, Edirne’de Selimiye ve Bursa’da Ulu Cami bu şehirlerin kimliğiyle bütünleşmiştir. İslam şehirlerinde cami daima merkezdedir.
İslam şehrinin mimari yapılanmasında alçakgönüllülük esastır. Tüm yapılar Allah’ın kudretini ve tekliğini hatırlatacak bir bilinçle inşa edilmiştir. En ihtişamlı yapılar Allah’ın evi, Müslümanların mabedi ve şehrin merkezi olan camilerdir.
Anadolu Selçuklu Sultanları Allah’ın evini tepenin en üstüne dayanıklı taş malzemeyle yaparlardı. Kendi evlerini ise toprak malzemeden zemine yapmışlardı. Bu durum şu anlayışın yansımasıdır: “Allah ebedidir. O’nun anıldığı yer de ebedi olmalıdır. Biz ise fani varlıklarız. Topraktan geldik, toprakla beraber olmalıyız. Toprağa gideceğiz.” (Mustafa Yıldırım, İslam Sanatı ve Estetiğinin Temelleri, s. 28).
Müslümanlar camilerine inançlarının yanında bazı kültürel özellikleri ve farklılıkları da katmışlardır. Bunlar her ne kadar dini kökenli olmasa da kültürel olarak belirgin farklılıklardır. Bu farklılıkların başında selatin cami kavramı gelir. Osmanlı döneminde Padişahlar, şehzadeler, hanım sultan ve valide sultanlar tarafından yaptırılmış olan camilere selatin camisi denilirdi. Selatin kelimesi Sultan kelimesinin çoğuludur, yani sultanlar camisi demektir. Selatin camilere örnek olarak İstanbul’daki Fatih, Bayezid, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Mihrimah Sultan Camileri verilebilir.
Osmanlı’daki geleneğe göre Selatin camilerinin minareleri birden fazla olurdu. Dolayısıyla halktan birisi bir cami yaptırdığında sadece tek bir minare yaptırabilirdi. Çok ilginç bir başka özellik olarak da bazı selatin camilerindeki şerefe sayısı, yaptıran hükümdarın kaçıncı padişah olduğunu göstermektedir. Mesela Süleymaniye Camisinde 10, Sultan Ahmet Camisinde 14 şerefe bulunmaktadır.
İlk yıllarda Mescidü’n-Nebi’nin minaresi yoktu. Rasulullah döneminde Mescid-i Nebevî’nin kıble tarafında Bilâl-i Habeşî’nin ezan okumak için üzerine iple tırmanarak çıktığı üstüvâne (silindir) denilen özel bir yer bulunuyordu. Minarenin ilk şekli olarak düşünülebilecek bu yerin dışında mescidin çevresindeki bazı yüksek yerler kullanılıyordu. Camiye ilk minareyi ekleyen kişi Emevî Halifesi I. Muaviye’nin Mısır valisi Mesleme ibn Muhalled’dir. Daha sonraları ise her kültür, kendi estetik zevk ve anlayışına göre minareleri oluşturmuştur.
Camilerin avlularında genellikle ortasında abdest almak için şadırvan vardır. İlginç bir özellik olarak Mimar Sinan (ö.1588), yaptığı onlarca camideki şadırvanları hep farklı şekillerde inşa etmiştir.
Hükümet merkezi olan şehirlerin büyük camilerinde hükümdarların namaz kıldıkları ayrı bölmeye maksure veya hünkâr mahfili denir. Halife Ömer’in mescitte bir saldırı sonucu şehit edilmesi, üçüncü halifeyi fazlaca kaygılandırmış olmalı ki Halife Osman kıble duvarının hemen önünde, mihrap yakınında kerpiçten bir maksure inşa ettirmişti. Bu uygulama daha sonra birçok camide devam ettirilmiştir.
Son olarak Sultanahmet Camisinin dış avluya giriş kapılarına asılan zincirlerden bahsedelim. Günümüzde hâlâ bile zincir asılmaktadır. Bu zincirlerin asılmasının gerekçesi, avluya at üzerinde giren kişilerin attan inmelerini sağlamaktı.