Sultan Gazi Mahmut Sebüktekin bir gün, ünlü mutasavvıf veli Ebu’l-Hasan Harakani’nin ziyaretine gitmişti. Başta vezirler olmak üzere birçok devlet adamı, bu ziyareti haber vermek üzere, önceden şeyhin huzuruna çıktılar. Durumu bildirdiler ve dediler ki:
“Ulu sultanımız sizi ziyaret etmek büyüklüğünü gösteriyor. Şu sırada buraya varmak üzeredir…”
Şeyh, adamları dinledi ve hiç tınmadı. Ne tek kelime söyledi, ne oturduğu yerden sallandı. O sırada sultan, çevresiyle birlikte, tekkenin bahçe kapısına dayanmıştı. Şeyh ortalarda yoktu. Mabeyncilerden biri koşup şeyin önünde yerlere yattı ve yalvardı:
“Allah aşkına, arkadaşlarınızın selameti için kapıya kadar gelin. Sultanın gurur ve şerefi incinmesin!”
Şeyhte hala ne ses, ne kıpırtama… Bu arada sultan şeyhin odasına girmişti. Şeyh hala yerinden sallanmayınca vezirlerden biri ileri atılıp şöyle konuştu:
“Ey Şeyh! Bilmez misin ki Allah kitabında ‘Allah’a, Peygamber’e ve sizden emir sahibi olanlara itaat edin’ (Nisa [4] 59) buyurmuştur. Sen bunu okumadın mı? Yöneticilere itaat Allah’ın emri değil mi? Özellikle böyle evliya karakterli bir padişaha nasıl hürmet göstermezsin?”
Şeyh, işte bu anda başını kaldırdı ve konuşmaya şöyle başladı:
“Bizler, o okuduğunuz ayetteki ‘Allah’a itaat ediniz…’ kısmına öyle bir daldık ki henüz oradan çıkıp, ‘Peygamber’e itaat’ kısmına bile gelememiş durumdayız. Nerede kaldı ki sultan veya başkasına…”
Bunu dinleyen sultan, şeyhin ellerine kapanıp affını diledi ve kendisinin de müridler arasına alınması için ricada bulundu…
Kaynak: Eflaki, Menakıb, I, 279’den naklen: Yaşar Nuri Öztürk, İslam Büyüklerinden Menkıbe ve Nükteler, Hürriyet Gzt. Eki, İstanbul Nisan 1987, s. 25-26.