Sadaka taşları Osmanlı toplumunda sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerindendir. Bunlar Türk kültüründe “sadaka taşı” (sadaka çukuru) adıyla bilinir ve Tanzimat Dönemi’ne kadar devam etmiştir. Sadaka taşları Allah’ın rızasını kazanmak için yardımlaşma, toplum huzurunun sağlanması, dilenciliğin önlenmesi veya asgari düzeye indirilmesi için alınmış bir tedbir mahiyetindedir. Bu taşlara Balkanlardan Orta Asya’ya kadar bütün bir Türk coğrafyasında rastlanabilmektedir.
İslam’da iyilik yapmanın sebebi Kur’an-ı Kerim’in “Hayır işlerinde yarışın” (Bakara [2] 148) ayeti, infak (Allah yolunda harcama) ve sadaka verme kavramlarının önemidir. Bu anlayışın bir yansıması olan sadaka taşları sayesinde hayırseverler ile yardıma muhtaç olanlar yüz yüze gelmezdi. Dolayısıyla sadaka veren gurur ve kibre düşmekten kendisini korurken, alanların da onuru incinmezdi. Sırf bu nedenle yardımlar genellikle karanlıkta bu iş için özel hazırlanmış taşlara bırakılır, muhtaçlar da yine buralardan karanlıkta alırlardı. Yine bu nedenle sadaka taşları, genellikle gözden uzak olmalarına dikkat edilirdi.
Sadaka Taşları farklı çap, ebat, şekil ve türde olmakla beraber genellikle beyaz renkli, silindirik, çoğu antik mermer sütunlardır. Yere, dikine gömülmüşlerdir. Yerden yükseklikleri genellikle 120-130 cm kadardır.
Sadaka taşları hakkındaki anlatılarda en dikkat çeken unsurlardan birisi de ihtiyacı olan kişinin bu taşlarda bulunan paralardan ihtiyacı kadarını alıp geri kalan parayı burada bırakması durumudur.
İyilik yapmak isteyenler taşın oyuk kısmına para (duruma göre ekmek, meyve, sebze, elbise) bırakır, ihtiyaç sahibi de istediği kadarını alır.
Osmanlı Dönemi’nde İstanbul’daki yaklaşık yüz altmış sadaka taşından günümüze çok azı ulaşmıştır. Araştırmacıların verdikleri bilgilere göre bu sadaka taşlarından Üsküdar’da İmrahor Camisi’nde (Doğancılar), Şemsipaşa Camisi’nin avlusunda, Ahmediye Camisi’nin avlusunda, Aşcıbaşı Camisi’nin avlusunda (Karacaahmet) ve Gülfem Hatun Camisi’nin avlusunda bulunmaktaydı.