“Hanginiz Muhammed?”
Dışarıdan gelen birisi Mescid-i Nebi’ye girdiği zaman, topluğun içine karışmış olan Rasulullah’ı tanıyamıyordu. Rasulullah’ın kim olduğunu öğrenmek için şöyle sormak zorunda kalıyordu: “Hanginiz Muhammed?” (Buhari, İlim 57).
Çünkü Rasulullah’ın kıyafeti, oturduğu yer, ashabı ile aynı seviyedeydi. O, toplantı halinde bulunan bir topluluğa vardığında başköşeye geçmez, meclisin hemen bir kıyısına oturuverirdi. Çevresinden de böyle yapılmasını isterdi.
Rasulullah bir meclise girdiği zaman kendisi için ne ayağa kalkılmasını ister ne de kendisi, birisi için ayağa kalkardı. İnsanlar o mecliste birbirine yer açarlardı ama ayağa kalkmazlardı. Rasulullah insanlar için ayağa kalkmayı yasaklanmıştı. Bunun tek istisnası, Fatımatüz-Zehra idi. Fatıma geldiği zaman Rasulullah ayağa kalkar, elini tutar, öper, ona yer verip yanına oturtur ve iltifatlar yağdırırdı. Allah Elçisi de Fatıma’nın evine gittiğinde Fatıma kalkar, ona merhaba der, onu öper ve kendi yerine oturturdu (Tirmizi, Menakıb 61 (3872).
Rasulullah, övülmekten de hoşlanmazdı. Halife Ömer, Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu anlattı: “Hıristiyanların İsa ibn Meryem’i övdükleri gibi beni övmeyin. Ben sadece bir kulum. Siz, ‘Allah’ın kulu ve Rasulü’ deyin.” (Müslim, Kader 7; Tirmizi, Şemail 172).
Bir adam Rasulullah’ın yanına geldi. Onun karşısında durunca adam korkudan titremeye başladı. Bunun üzerine Rasulullah, “Korkma, rahat ol. Ben kral değilim. Ben ancak Kureyş’te et yiyen bir kadının oğluyum.” dedi (Heysemi, Mecmauz-Zevaid, IX, 20).
Kur’an’a göre Mü’minler için kendi canlarından daha önce gelen (Ahzab [33] 6) ve kendisinde güzel bir örnek olan (Üsve-i Hasene. Ahzab [33] 21) Rasulullah’ın topluluktaki tutum ve davranışları böyleydi. Lütfen şimdi düşünelim:
Dünyada birçok İslam inancına bağlı dini topluluk mevcuttur. Bunlar ve bunları yönetenler, Rasulullah ile Kur’an’ı takip ettiklerini iddia ederler. Bu dini topluluklara ait herhangi bir toplantıya, sohbete, ayine, meclise gittiğinizde topluluğun oradaki yöneticisine, ileri gelenine gösterilen saygı ve hürmet ile Rasulullah’a gösterilen arasında fark var mı? Ne yazık ki, bu ‘dini’ toplulukların neredeyse tümünde, merkezdeki kişiye gösterilen saygı çok abartılı ve tehlikeli boyutlara varmaktadır:
Elini, eteğini hatta ayağını öptüren, tahtlarda oturan, karşısındaki kişileri el-pençe saygı duruşta bekleten, oradaki “mübarek” zatın yüzüne bakılmasına izin verilmediği için ancak yere bakılmasına izin veren, çıkarken sırt dönülmemesi için geri geri çıkılabilen, müritlerinin tövbelerini kabul eden, söylediklerinin sorgusuz sualsiz kabul edilmesini isteyen, müritlerinin kendi önünde secde etmesine izin veren, mürit şeyhinin girdiği tuvalete giremez diyen…
Rasulullah isteseydi böyle abartılı bir saygı gösterisinin çok daha fazlasını kendisine gösterilmesini isteyebilirdi. Ama o, öyle yapmadı. Çünkü insanlarda, sevdikleri kişileri ‘tanrılaştırma’ eğilimi çok kuvvetli bir şekilde mevcuttur. İnsanlar şahıslara gösterdikleri saygının Allah’a gösterilmiş gibi olduğunu zannetmektedirler. Oysaki aşırı sevgi, kolayca tanrılaştırmaya ve şirk koşmaya varabilir. Nitekim İsa Nebi, Allah’ın Rasulü iken, aşırı ve ölçüsüz sevgi nedeniyle tanrılaştırılmıştır.
Kur’an’ı ve dini öğretmek ayrıdır, kendisini Allah’ın yerine ve aracı olarak koymak ayrıdır. Herkesin bir öğretmene ihtiyacı vardır, ama öğretmene Allah’a götürecek diye teslim olmak yanlıştır. Rasulullah bile, kelime-i şehadette ifade edildiği gibi, sonuçta bir kuldur (…ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu)! Kaldı ki “büyük, ulu, dede, hoca, evliya” diye ifade edilen kişiler de sonuçta birer kuldur. Sonsuz bilgi sahibi ve gücü her şeye yeten Yüce Allah’ın hiç kimseye ve hiç kimsenin yardımına, himmetine, aracılığına, avukatlığına ihtiyacı yoktur. Lütfen şu ayeti hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım:
“De ki: Ben rasullerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını ben de bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim!” (Ahkaf [46] 9).