Erşahin Ahmet Ayhun [1]
Giriş
İslâm’ın başlangıcına kadarki denizciliğin durumuna dair bir fikre sahip olabilmemiz bakımından bazı hususlara kısaca temas etmek istiyoruz.
Yeryüzünde denizciliğin ne zaman başlamış olduğunu bilmiyoruz. H. Nuh (a.s.)[2] zamanından önce de denizcilik var mıydı bilmiyoruz, ondan sonraki dönemler de bizim için karanlık.
M.Ö. 100 yıllarında Doğu Akdeniz’de Fenikelileri görüyoruz. Hayatlarım denizcilikle kazanan bu millet kendi yapımları olan gemilerle bütün Akdeniz’i, Afrika sahillerini ve Avrupa’nın bazı sahillerinden Baltık Denizi’ne kadar olan bölgeleri gezmiş ve hakimiyeti ellerinde tutmuşlardır.[3]
Yine Kartacahlar’ın,[4] Asurlular (M.Ö. 669-626)’m[5] kendi dönemlerinde Akdeniz’de hüküm sürdüklerini görüyoruz.
M.S.ki yüzyıllarda Bizans imparatorluğu Akdeniz’de kendini kabul ettirmiş, uzun yıllar hakimiyetini sürdürmüş, bu saltanat islâm denizciliğinin kurulup güçlenmesiyle de sona ermiştir.[6]
Birinci Bölüm
KURAN VE HADİSLERDE DENİZ VE DENİZCİLİK
I. Kur’ân’da Deniz Ve Denizcilik
Kur’ân-ı Kerim’de deniz ve denizcilik ile ilgili pek çok ayet bulunmaktadır. Biz bu ayetleri muhteva bakımından üç ana grupta toplayabiliriz:
a) Deniz ve gemilerin Allah’ın varlığına delil olduğuna dair ayetler; burada su üzerinde geminin yüzmesi bir delil olarak sunulmaktadır. Bu konuda şu ayetleri örnek olarak verebiliriz: “Denizde süzülen gemilerde… düşünen kimseler için deliller vardır.”[7]
“… Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri… Sizin için buyruğunuza veren Allah ‘tır.”[8]
“Gemilerin denizde Allah’ın lütfü ile yürüdüğünü görmez misin? Allah böylece size varlığının delillerini gösterir…”[9]
b) Bazı kıssa ve tarihî hadisleri anlatan ayetler: Bu konuda Hz. Musa ile Hızır (a.s.) ve Nuh (a.s.’un kavmi ile aralarında geçen hadiseleri zikreden ayetleri örnek verebiliriz: Hz. Musa (a.s.) ve Hızır (a.s.) hakkındaki âyet şöyledir:
“… Sonunda bir gemiye bindiklerinde o gemiyi deliverdi: Musa: “Gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir iş yaptın” dedi.”[10]
Nuh (a.s) ve kavmi hakkındaki ise şöyledir:
“Onu yalanladılar; Biz de onu ve gemide olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda boğduk, çünkü onlar kör bir milletti.”[11] Aynı konuda başka ayetler de şunlardır:
“Bunun üzerine onu ve beraberinde bulunanları, dolu bir gemi içinde taşıyarak kurtardık.”[12]
“Bunun üzerine ona şöyle vahyettik. Nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap; buyruğumuz gelip tandırdan sular kaynayınca her cinsten birer çifti ve aleyhinde hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. Haksızlık yapanlar için bana başvurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır.”[13]
Ayrıca Kur’ân (Rûm, 30/41), deniz savaşlarına ve insanlar tarafından denizde meydana getirilen felâket ve fesatlara da işaret eder.
c) Deniz ve denizcilikte insanların menfaatleri olduğuna dair ayetler; bunlardan bir kaçını şöyle sıralayabiliriz:
“Deniz avı ve onu yemek size de, yolculara da geçimlik olarak helal kılınmıştır…”[14]
“Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz için denize -ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün- boyun eğdiren de Odu. Artık belki şükredersiniz” (Nahl, 16/14).
Yine bu kısımda mütalaa edilebilecek bazı ayetler de şunlardır:
Deniz suları hakkında: “îki deniz bir değildir. Birinin suyu tatlı ve kolay içimlidir; diğeri tuzlu ve acıdır…[15] Ayrıca iki deniz arasında bir engel konulduğu,[16] Denizde taşımacılık yapılacağı[17] da Kur’ân-ı Kerim’de, deniz ve denizcilik ile ilgili olarak yer alan ayetler arasındadır.
Bunlardan başka bazı ayetlerde de denizde yolculuk yapmanın durumu, ibret ve ders alınmasının gerekliliği de vurgulanarak şu şekilde açıklanmaktadır.
“Denizde bir sıkıntıya düştüğünüz zaman, Allah’tan başka yalvardıklarınız kaybolur gider, fakat o sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan pek nankördür. Onun karada da, sizi yere batırmasından veya başınıza taş yağdırmasından güvence içinde misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.”[18]
“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek, O’na hemen eş koşarlar. Zevklensinler bakalım, yakında gerçeği bileceklerdir.”[19]
“Sizi karada ve denizde götüren Allah’tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgar ile götürürken yolcular neşelenirler; bir fırtına çıkıp da onları her taraftan dalgaların sardığı çepeçevre kuşatıldıkları anda ise Allah’ın dinine sarılarak…”[20]
Kur’ân, deniz yolculuklarını Övdüğü gibi, onların tehlikelerini de tasvir eder. Hatta İslâm’dan Önce bazı bölgelerde cari âdetten söz eder. Bu âdet, yabancı gemilerin elkoyma tehdidi altında ziyaretlerine engel olmaktır. Kur’ân (Kehf, 18/79) bu âdeti haksız ve yanlış kabul etmiştir.
Kur’ân-ı Kerim1 de bulunan deniz ile ilgili ayetlerden sonra, şimdi de bu konudaki hadis-i şeriflerden bazı örnekler vermek istiyoruz.[21]
II. Hadislerde Deniz Ve Denizcilik
Hz. Peygamber’in denize birlik göndermesi hakkındaki rivayet oldukça ilginçtir. Bu hadis Abdullah b. Muhammed, Süfyan ve Amr yoluyla rivayet edilmiştir. Cabir’in bildirdiğine göre Rasûlullah, Hicrî 8. yılda 300 kişilik bir askeri birliği deniz sahiline gönderdi. Kumandan olarak Ebu Ubeyde’yi[22] tayin etmişti. Deniz birliğinin görevi Suriye’den dönecek Kureyş kervanını gözetlemekti. Cabir devamla, denizde aç kaldıklarını ve o sırada Anber (balina?) adında bir balığın su yüzüne ölü olarak çıktığını ve bu balığı tam 15 gün süreyle yediklerini sözlerine ilave eder.[23]
Kureyş kervanını gözetmek maksadıyla çıkılan bu seferin, hicretin ilk yıllarında olduğunu söyleyebiliriz.
Hz. Peygamberin deniz gazileri için olan hadisleri de gerçekten deniz savaşçılığını teşvik eder mahiyettedir.
Ebu’d-Derda’mn rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Bir deniz savaşı, (harp bakımından) on kara savaşına bedeldir. Deniz (savaşın)da başı dönen (gazi), yüce Allah katında (savaşta) kanı içinde kıvranan kimse gibidir.”[24]
Yine aynı konuda Ümmü Haram (r.a.)’dan gelen bir rivayet de şöyledir: Rasulullah (s.a.v.) “Denizde başı dönüp istifra edene bir şehid sevabı var, boğulana ise iki şehid sevabı var.”[25]
Ebu Ümame’nin rivayeti ise deniz şehitlerinin Allah’ın katma tertemiz çıkacağını müjdelemektedir. Şöyle diyor Ebu Ümame: “Ben Rasûlullah’ı şöyle buyururken işittim; “Deniz (savaşı) şehidi, (sevap bakımından) iki kara (savaşı) şehidine bedeldir. Ve deniz (savaşın)da başı dönen (gazi), kara (savaşı)nda kanı içinde kıvranan kimse gibidir. Denizin iki dalgası arasında mesafeyi kat eden gazi de Allah’a ibadet (yolun) da dünyayı bir baştan bir başa kat eden kimse gibidir. Şüphesiz Allah (Azze ve Celle) ruhları almak görevini ölüm meleğine -Azrail’e vermiştir. Ancak deniz şehidlerinin bütün günahlarını bağışlar, yalnız borc(unu ödememe) günahını bağışlamaz.”[26]
Hz. Peygamberin kendisinden sonra yapılacak olan deniz seferleriyle ilgili iki hadisini de burada zikretmek istiyoruz. Bunlardan birincisi Kıbrıs seferiyle ilgilidir. Diğeri ise İstanbul Seferi’ne işaret etmektedir.
Müslim, Ebu Davud, îbn Mace ve îmam-ı Malik’in eserlerinde yer alan bir hadiste, Enes b. Malik’in[27] teyzesi Ümmü Hani bint-i Milhan (r.a.)’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“Rasülullah bir gün benim yakınımda uyudu. Sonra gülümseyerek uyandı. Ben:
“— Ya Resûlallah! Seni ne güldürdü?” diye sordum. Resul-i Ekrem (s.a.v.)
“—Rüyamda bana ümmetimden bir grup şu deniz üstünde padişahların tahtlarına kuruldukları gibi vapurlara binerek (Allah yolunda savaşa) gittikleri durumda bana gösterildi (de ona güldüm)” buyurdu.
Ümmü Haram:
“— (Ya Rasülullah!) Benim de o deniz gazilerinden olmam için Allah’a dua et” diye ricada bulundu.
Enes demiştir ki:
Rasûl-i Erem onun için dua etti. Sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) tekrar uyudu. Bir süre sonra tekrar gülümseyerek uyandı. Ümmü Hani de (ilk) sözünün aynısını söyledi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) de birinci cevabının aynısını tekrarladı. Ümmü Hani de:
“— (Ya Rasülullah!) Beni o gazilerden eylemesi için Allah’a dua et” dedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ona “Sen birincilerdensin” buyurdu.[28]
Enes demiştir ki: Hakikaten Ümmü Hani, kocası Ubade b. es-Samit ile beraber Muaviye b. Ebu Süfyan’m kumandasında ve Şam valiliği zamanında Müslümanların düzenledikleri ilk deniz savaşına katıldılar. Müslümanlar savaşlarından (zaferle) dönüp (denizden) Şam (toprakların)a çıkınca Ümmü Hani binsin diye-kendisine bir hayvan (katır) yaklaştırıldı (Ümmü Hani bineceği esnada) hayvan onu (yere) düşürdü ve o böylece şehid oldu.[29]
Müslim’in Sahih’inde yer alan ve İstanbul Seferi ile ilgili ikinci hadis ise özetle şöyledir:
“Muhammed b. Merzuk -Bişr b.Ömer ez-Zehranî -Süleyman b. Bilal ve Sevr b. Zeyd ed-Deylemî yoluyla rivayet edilmiştir.
Peygamber (s.a.v.): “Sizler bir canibi karada bir canibi denizde olan bir şehir işittiniz mi?” buyurdu. Sahabiler “Evet işittik ya Rasûlullah!” dediler. Rasûlullah “İshakoğullarından[30] yetmişbin kişi o beldeye gaza etmedikçe kıyamet kopmaz. Bu gaziler o beldeye gelip konakladıkları zaman silah ile harp etmezler, ok da atmazlar “Lailahe îllallahu Vallahu Ekber” derler bunun üzerine o şehrin iki canibinden biri düşer. Sonra tekrar “lailahe Îllallahu Vallahu Ekber” derler, diğer canibi de düşer.” [31]
İkinci Bölüm
HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) DEVRİNDE DENİZCİLİK
İslâm’ın doğuşu sırasında, Arap Yarımadası’nda yaşamakta olan Araplar çok eskiden beri ticaretle uğraşırlardı. Dünyanın dört bir yanından mal alıp satarlarda. Denizle olan alakaları sadece ticarî maksatlıydı. Cidde, Uman ve Yemen limanları onların ticaret istasyonları durumundaydı.[32] Ticaret dışında denizcilikte söz sahibi değillerdi. Çünkü Bizans imparatorluğu denizlere hakimdi.
Mekkeliler bir deniz kazasında felaketzedelere yardımcı olmuşlardır. Hicretten önce 18. yılda Mısır’dan gelip Yemen’e giden bir gemi, Şuayba (bugünkü Cidde limanı) yakınında bir deniz kazası sonucu karaya oturdu. Mekkeliler felaketzedelere iyi davrandılar: Onlardan batık geminin kalaslarını satın aldılar ve kazazedelerin Mekke’ye gelmelerine ve kurtarabildikleri malları burada gümrük (öşür) vergisini ödemeden satmalarına izin verdiler. Batık geminin enkazı, diğer ülkelerde mutad olanın aksine, ne müsadere, ne de yağma edildi.[33]
Araplar denizciliğe askerî manada İslâmiyetten sonra Hz. Osman (r.a.)’m[34] halifeliği zamanında başladılar. “Bizans’ı taklit mahiyetinde”[35] başlayan Arap-İslâm denizciliği Emevi’ler döneminde zirveye ulaştı. Güçlü rakibi olan Bizans donanmasını Akdeniz’de tesirsiz hale getirdi.
Miladî 610 yılında Arap Yarımadasında ortaya çıkan İslâm topluluğu 622 yılında Medine’ye hicret ile birlikte, ilk İslâm Devleti’ni kurmuştur. Bu genç devlet, Arap Yarımadası’nda günden güne genişlemeye ve güçlenmeye başladı. Kuruluşunun ilk yıllarında ancak kara harpleriyle meşgul olan bu devletin henüz deniz harplerine katılacak kadar büyük gücü ve tecrübesi yoktu.
Bütün bu sebeplerle Hz. Peygamber (s.a.v.) (11/632) zamanında İslâm denizciliğiyle ilgili ele alınacak fazla bir şey bulunmamaktadır.[36]
Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanındaki askerî ve sivil amaçla yapılan bazı denizcilik ve deniz seferleriyle ilgili kayıtları şu şekilde özetleyebiliriz.
Hz. Peygamber’in Habeşistan’a gidip gitmediğine dair kesin bir bilgi yoktur. Ancak bazı olaylar, bu konuda olumlu düşünmeye elverişlidir. Hz. Peygamber’in Habeş Necaşisine yazdığı iki İslâm’a davet mektubu, pek samimi ve hayli yakınlık belirten ifadeler taşımaktadır. Müslümanların Habeşistan’a hicret etmesine izin verdiği zaman, orada zulüm olamadığını ve doğruluklar ülkesi olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Rasûlullah, bilhassa Habeşistanlılarla ve bu dili konuşan diğer insanlarla görüşürken bazen Habeşce kelimeler kullanıyordu. Tek tek ele alındıklarında bu gerçeklerin hiçbiri fazla bir şey ispat edemez, fakat bir araya getirildiklerinde belli bir değere ulaşırlar. Ayrıca Rasûlullah, çok seyahat etmiş bir kimsedir; Bahreyn, Uman, Yemen ve ülkesinin pek uzağında bulunan Suriye gibi… Bu devirde Mekkeli tüccarlar Habeşistan’ı çok sık ziyaret ederlerdi. Müsteşrik Barthold’un düşüncesine göre, Kur’ân-ı Kerim’de mevcut deniz yolculuklarına dair pek ayrıntılı anlatımlar ve bilgiler, kendisine vahyolunan bu çeşit âyetlerin manalarını pek güzel anlayabilmesine imkân verecek şekilde Muhammed’in bu çeşit nakil araçlarım mükemmelen tanıdığım ve kullandığını insana düşündürmektedir.[37]
Bu olaylar birleştirdiğinde, Hz. Peygamber’in denizcilik olgusunu yakından tanıdığı söylenebilir.
Mekkeli Müslümanlar, işkence ve zulmün artması üzerine Hz. Peygamber’in isteğiyle Habeşistan’a deniz yoluyla hicret etmişlerdir.[38] Eşariler Yemen’den Car’a k;idar deniz, oradan Medine’ye kara yoluyla geldikleri zaman yolculuklarının bir kısmını deniz yoluyla gerçekleştirmişlerdir.[39] H. (3. yılda Amr b. Umeyye, Habeşistan’a elçi olarak gönderilmiştir. Amr, Habeş Necaşîsinden Habeşistan’a sığınmış olan Müslümanların Medine’ye gönderilmesini istemekle görevlendirilmişti. Necaşi bunlar için iki yelkenli gemi tahsis etti ve böylece Amr’ın görevi başarıyla bitti.[40]
Habeşistan’a göç eden Müslümanlar, büyük kitleler halinde Habeşlilerin İslâm’a girmelerine sebep oldular. Bu Muhtedîlerin sayıları tam olarak bilinmemekle beraber, az olmadıkları anlaşılmaktadır. Rasûlullah’ı ziyaret için birçok gemiler halinde seferler de tertiplenmiştir. Bunlardan bazıları Kızıldeniz’i geçerken batıp yok olmuştur. Sağ salim Medine’ye ulaşanlar arasında Necaşînin oğullarından biri de vardı, Hz. Ali ile kardeşlik bağı kuran bu prens Habeşistan’a dönmedi.[41]
Hicrî 2. yılda Bedir savaşında uğradıkları kesin yenilgiden sonra Mekkeliler necaşîyi tahrike başladılar, hatta mümkünse Müslüman mültecilere eziyet ve işkence yaptırmak üzere bir elçilik heyeti gönderdiler. Hz. Peygamber, durumu öğrenir öğrenmez, Mekkelilerin bu entrikalarını başa çıkarmak üzere henüz Müslüman olmayan Amr b. Umeyye’yi özel elçisi olarak Habeşistan’a gönderdi. Böylece Mekkelilerin entrikası başarısızlığa uğramıştır.[42]
Habeşistan’la kurulan bu ilişkiler, hep denizcilik faaliyetiyle gerçekleştirilmiştir.
Hicrî 9. yıl, Akabe körfezinin kuzeyinde bulunan hem askeri strateji, hem de ekonomik açıdan önemini her zaman koruyan Eyle halkıyla bir andlaşma yapılmış; bu andlaşma maddelerine deniz araçları ve deniz ürünleri ticareti hakkında önemli maddeler konulmuştu. Buna göre, islâm hükümeti, Eyle halkına ait ticaret kervanlarına, gemilerine, onlarla birlikte ticarete katılan kimseler de dahil, bir vergi bağışıklığı tanıyordu, ister karada, ister denizde, gitmek istedikleri yer neresi olursa olsun, yollarının kesilmeyeceği hükme bağlanmıştı.[43]
Hz. Peygamber Maknâ halkını da, cizyeden muaf tutarak, ürettikleri meyve ve sandala binerek tuttukları balık şeklindeki ürünlerin dörtte birini her yıl teslim etmek üzere vergiye bağlamıştır.[44]
Hz. Peygamberin vefatı üzerine hemşerilerinin dinden dönmesini Önleyen Mekkeli Süheyl b. Amr’ın konuşması da belirtilmelidir: “Benim mallarım, yalnız yeryüzünde deve kervanlarım değil, ama deniz üstündeki gemilerim de sayıca en üstündür.”[45]
Hicretin 8. yılında Hz. Peygamber (s.a.v.), bir Müslüman elçinin öldürüldüğü Mute’ye tedip için bir kuvvet göndermişti.
Ayrıca Hz. Peygamber, Eş’ar kabilesinden birini, bir heyetin başkanı olarak bir gemiyle Eyle (Eliat) mıntıkasına (şimdiki Akabe limanı) gönderdi. Bu zat burada, Zeyd b. Harise ve onun Belkâ’ya varan ordusu, bu ordunun Bizanslılar ve bunların Arap kabileleri arasında sahip oldukları müttefiklerle giriştikleri çarpışmalara dair bilgi toplamış ve acele olarak İslâm ordusunun savaşmakta olduğu alana koşmuş, arkadaşlarıyla beraber ordu saflarında yer almış, hararetle savaşa katılmıştır. Bu şekilde Hz. Peygamber, kara yoluyla Mute’ye göndermiş olduğu orduya, deniz yoluyla da yardımcı kuvvet yetiştirmiştir.[46]
Hicretin 9. yılının Rebiulevvel ayında, Mekke şehrinin Kızıldeniz’deki limanı Şuayba açıklarında birçok gemilere binmiş oldukları halde birtakım zenci korsanlar görüldüler. Rasûlullah bunlara karşı Alkame b. Mucezziz el-Mudlic’in kumandası altında 300 kişiden oluşan bir kuvvet gönderdi. Bu askerî birlik, Müslüman toprağından sayılan sahile yakın bir adaya çıkarma yaptı. Bir süre sonra zenci korsanlar uzaklaştılar. Böylece ilk deniz savaşma gönderilen askerî birlik de Medine’ye döndü.[47] O seneler henüz bir deniz kuvvetleri kumandanlığından, yahut deniz savaş filolarından söz edebilmesi için çok erken bir çağdır. Ancak Müslümanların kumandası altında deniz nakil araçlarının o devirde bile varlığından söz edilebilir.[48]
Denizciliğin, Hz. Peygamber zamanında, hem barışçı, hem de savaşçı maksatlarla küçük ölçüde başlaması, deve sürücülerini çok geçmeden kabiliyetli usta denizciler haline getirdi. [49]
Bibliyografya
el-Adevî, Esatilu’l-Arabiyye fi’l-BahrVl-Ebyadi’l-Mutavassıt, Kahire 1957
Andre Kunciman, Deniz Kuvvetlerinin Ortaçağ Tarihindeki Rolü II. Tarih Kongresi, Ankara 1948
Buharı, Sahih, istanbul 1979
Ebu Davud, Sünen, (trc. ibrahim Koçaşlı) İstanbul, 1983 Hasan İbrahim Hasan, Siyasî Dinî, Kültürel, Sosyal, îslâm Tarihi (trc. ismail Yiğit ve arkadaşları), İstanbul 1985 J. Gabriel îlk Akdeniz Medeniyetleri (trc. M. Perin), istanbul 1944 Ibn Mace, Sünen, (trc. Haydar Hatipoğlu) İstanbul, 1983 İbn Hişam, es-Stretü’n-Nebeviyye, Beyrut, ts., I, 286-7; Mahmud
Esad, Tarihi İslâm, Dersaadet 1315
İmam-ı Malik, Muvatta, (trc. Ahmed M. Büyükçınar ve dört arkadaşı) İstanbul, 1982
Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel îslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1983
Suad Mahir, el-Bahriyye fi Mısri’l-lslâmiyye ve Asâruha’l-Bakıy-ye, Mısır 1967
Süleyman Nutkî, Muhaberatı Bahriye-i Osmaniye, İstanbul 1307
Şemseddin Sami, Kâmusu’l-A’lâm, İstanbul 1311, V. 3439 (Şemseddin Günaltay, Yakın Şark, Ankara 1947
Mehmed Şükrü, Esfar-ı Bahriye-i Osmaniye, İstanbul 1306
Müslim, Sahih, (trc. M. Sofuoğlu) İstanbul 1983
Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları (trc. Salih Tuğ), İstanbul, 1981
Muhammed Hamidullah, îslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1992.
Muhammed Hamidullah, İslâm’da Devlet idaresi, çev. Kemal Kuşçu, İstanbul 1963. [50]
________________________________________
[1] Yazarın, bu konuyla ilgili olarak Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Emevîler Döneminde İslâm Denizciliği” konusunda yüksek lisans tezi bulunmaktadır.
[2] Araf, 7/64; Şuara, 26/119.
[3] Şemseddin Sami, Kâmusu’l-A’lâm, İstanbul 1311, V. 3439; Şemseddin Günaltay, Yakın Şark, Ankara 1947, 201, 202; Süleyman Nutkî, Muhaberatı Bahriye-i Osmaniye, İstanbul 1307, Giriş.
[4] Mehmed Şükrü, Esfar-ı Bahriye-i Osmaniye, İstanbul 1306, 4; J. Gabriel İlk Akdeniz Medeniyetleri (trc. M. Perin), İstanbul 1944, 93.
[5] Mehmed Şükrü, Esfar-ı Bahriye-i Osmaniye, 22 vd.
[6] Andre Runciman, Deniz Kuvvetlerinin Ortaçağ Tarihindeki Rolü, II, Tarih Kongresi, Ankara 1948, 156-164; Suad Mahir, el-Bahriyye fi Mısri’l-İslâmiyye ve Asâruha’l-Bakıyye, Mısır 1967, 147; el-Adevî, Esatilu’l-Ara-biyyefi’l-Bahri’l-Ebyadi’l-Mutavassıt, Kahire 1957, 2-3; Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1983, II, 251.
Erşahin Ahmet Ayhun, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/483.
[7] Bakara 2/164.
[8] İbrahim, 14/66.
[9] Lokman 31/31.
[10] Kehf, 18/71 vd., Bu konuda ayrıca bkz. Yunus, 10/22; Isra 17/66; Hacc, 22/65, Rum 30/46.
[11] Araf, 7/64.
[12] Şuara, 26/119.
[13] Mü’minun 23/2; Bu konuda ayrıca bkz. Yunus, 10/73; Hud, 11/37-38; Taha 20/7-78; Furkan, 25/37; Duban 44/24.
[14] Maide 5/96.
[15] Fatır, 35/12; Ayrıca bkz. Rahman 55/19.
[16] Nemi, 27/61.
[17] Mü’minun 23/22.
[18] Isra, 17/67-68.
[19] Ankebut, 29/65-66.
[20] Yunus, 10/22.
[21] Erşahin Ahmet Ayhun, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/485-487.
[22] Ebu Ubeyde b. Cerrah: Aşere-i Mübeşşere’dendir. Hz. Peygamberin bütün savaşlarına katılmıştır. Çok kere seriyye komutanlığı yapmıştır. Hz. Ömer zamanında Suriye ordularının komutanı idi. 18/639’da vefat etti.
[23] Buharı, Sahih, İstanbul c.VI. Zebaih, bab. 12. s. 223 (Megazî, 64/67, no: 357, 358).
[24] Ibn Mace, Sünen, İstanbul, 1983 (trc. Haydar Hatipoğlu), K. el-Cihad, ü. 10, c. VI, s. 492-493, H. No. 2777
[25] Ebu Davud, Sünen, İstanbul, 1983 (trc. İbrahim Koçaşh), K el-Cihad, bab 9(c. III, s.41),H.No.2493.
[26] Ibn Mace, Sünen, K. el-Cihad, bab 10, c.VI, s. 493, H. No. 2778.
[27] Enes b. Malik: Medine’de doğdu. Çocukluğundan itibaren Hz. Peygam-ber’in hizmetine girdi. Kendisinden 2286 hadis rivayet edilmiştir. 93/712’de Basra’da vefat etti.
[28] Sarihler bu söz Hz. Peygamber’in ikinci bir deniz seferini rüyasında gördüğünü, Ümmü Hani’nin de sadece birincisine katılabileceğinin anlaşılması gerektiğini belirtirler.
[29] Buharı, Sahih, İstanbul 1979, K. el-Cihad ve’s-Siyer, bab,8 c.III, s. 203; bab 63, s. 221; bab 78, s. 25; Müslim, Sahih, İstanbul 1983 (trc. M. Sofuoğ-\\ı),K el-îmare, c. VII, s. 115-118, H.No. 160-162; Ebu Davud, Sünen, K. el-Cihad, bab. 10-11, c.III. K. el-Cihad, bab 10, c.VII, s. 488-492, H. No. 2776; İmam-ı Malik, Muuatta, İstanbul, 1982 (tre. Ahmed M. Büyükçınar ve dört arkadaşı), K. el-Cihad, bab 18, c. II, s. 587-588.
[30] Hz. Peygamber bununla Arapları kastetmektedir.
[31] Müslim, Sahih, İstanbul K. el-Fiten, VIII, s. 454-455, H.No.
Erşahin Ahmet Ayhun, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: III, 487-490.
[32] Hasan İbrahim Hasan, Siyasî Dinî, Kültürel, Sosyal, İslâm Tarihi (trc. îs-mail Yiğit ve arkadaşları), İstanbul 1985,1. 83-85.
[33] Hamidullah, M. İslâm Peygamberi, c.2, s. 869.
[34] Osman b. Affan, ilk Müslümanlardan olup Hz. Peygamberin damadıdır. Rukiye ve Ümmü Gülsüm isimli iki kızıyla evlenmiştir. Bu sebeple “Zinnureyn” lakabıyla da anılır. Aşere-i Mübeşşere’dendir. Üçüncü halifedir. Hz. Ömer’den sonra H. 22’de halife seçildi. Halifeliği döneminde Horasan, Kirman, Sicistan, îfrıkiyye ve Kıbrıs fethedildi. Endülüs’e çıkıldı, ilk olarak Kur’ân- Kerim’i çoğaltıp dağıtan Hz. Osman, isyancılar tarafından 35/656’da evinde şehid edildi (İbn Sa’d, Tabakat, I, 204).
[35] Hittİ, II, 357.
[36] Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları (trc. Salih Tuğ), istanbul, 1981, 274.
[37] Hamidullah, İslâm Peygamberi, c.I, s.293,294.
[38] İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Beyrut, ts., I, 286-7; Mahmud Esad, Tarihi îslâm, Dersaadet 1315, 202.
[39] Buharî, Menakıb, 63/35, no;5.
[40] Hamidullah, İslâm Peygamberi, c.I, 449.
[41] Hamidullah, İslâm Peygamberi, c.I,s.3O3.
[42] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.303-304.
[43] Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, s.186; Hamidullah,İslâm Peygamberi, c.I, s.340.
[44] Hamidullah, İslâm Peygamberi, c.I, s.537, 602,605.
[45] Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, s.187.
[46] M. Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, s.186; Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, s.253-254; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c.I, s.271, 334-335.
[47] Belazurî, Ensab, I, no: 758; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c.I, s.271; Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s.254.
[48] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.271.
[49] Erşahin Ahmet Ayhun, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/491-495.
[50] Erşahin Ahmet Ayhun, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/496.
Kaynak: Vecdi Akyüz (ed.), Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yay. İstanbul Mart 1994, III, 483-496.
Görsel Kaynağı: https://al-bab.com/traditional-arab-sailing-ships-0