Tarih kitaplarına Hindistan fatihi olarak adını yazdıran Gazneli Sultan Mahmud, Hint seferlerinden birindeydi. Dağlar, tepeler aşıp iki ordunun karşılaşacağı umulan ovaya vardığında, Hint ordusunun son derece kalabalık ve güçlü olduğunu gördü. Bu durum, haliyle, canını sıktı, şaşırttı ve onu endişeye sevk etti. Sultan Mahmud, Hint ordusunun gücü karşısında, zaferi kendilerine bahşetmesi için Allah’a bir adakta bulundu. “Allahım!” dedi. “Eğer bu orduyu altedersem, elde edeceğim ganimetlerin tamamını fakirlere dağıtacağım.” Nihayet, ordular savaş düzenini aldılar. Çetin bir çatışma yaşandı. Sonunda, galip gelen Sultan Mahmud’un ordusu oldu. Yenik düşen Hint ordusu, savaş meydanını terk ederken, geride dağlar gibi ganimet bırakmıştı. Ganimetler arasında, sarrafların değer biçmekte zorlanacağı nadide elmaslar, yakutlar ve zümrütler de vardı. Gazneli Sultan Mahmud, üst üste yığılmış ganimetleri görünce, derhal adamlarından birini çağırıp: “Bu ganimetleri yoksullara dağıt” dedi. “Çünkü, savaştan önce Allah’a adakta bulunmuştum. Şimdi adağımı yerine getirmem gerek.” Sultanın bu sözlerini duyan vezirleri ve kumandanları, hayret ve şaşkınlık içinde: “Bu kadar mal, bunca altın, değer bilmez bir avuç fakire mi verilir?” diye söylenmeye başladılar. “Vereceksen, ya askere ver, memnun olsun, bundan sonraki savaşlara şevkle hazırlansın; veyahut emir buyur, hazineye koysunlar.” Bu sözler Sultan Mahmud’u kararsızlığa düşürdü. “Adağımı yerine getirip ganimeti fakirlere mı dağıttırayım, yoksa dedikleri gibi mi yapayım?” diye, ortada kalakaldı.
Sultanın ordusunda savaşan erler arasında, Ebu’l-Hüseyn adıyla bilinen bir meczup vardı. Ebu’l-Hüseyn, meczup olmasına meczuptu, ama ummadık zamanda söylediği zekice sözlerle nam salmıştı. Sultan Mahmud, tam da ne yapacağına karar verememişken, ordunun içinde dolanmakta olan Ebu’l-Hüseyn’i fark etti. Komutanlarına ve vezirlerine de gösterip: “Tamam” dedi. “Şu Ebu’l-Hüseyn’i yanıma getirteyim, durumu bir de ona sorayım ve o ne derse, onu yapayım.” Sonra da ekledi: “Çünkü o ne asker tanır, ne padişah. Ne mal derdindedir, ne de mülk. İçinden geldiği gibi konuşur, söyleyeceği sözü hesapsız ve garazsız olarak söyler.” Sonuçta, Sultan Mahmud onu huzuruna çağırttı ve durumu olduğu gibi anlattı.
Ebu’l-Hüseyn, birkaç dakika düşündükten sonra: “Sultanım!” dedi. “Eğer bir daha Allah’a işin düşmeyecekse, merak etme. Adağını düşünme, bunların dediklerini yap! Yok eğer bir vakit gelecek de yine Allah’a işin düşecekse, O’ndan utan da bunların dediklerine kulak asmadan adağını yerine getir!” Böylece, Sultan Mahmud ganimetlerin hepsini Allah’a söz verdiği şekilde fakirler arasında dağıttırdı…
Kaynak: Metin Karabaşoğlu, Sufi’nin Dünyası Sufi Öyküleri-I, İstanbul Mart 2009, s. 48-50.